KURT ALTI YAVRU DOĞURUR KÖPEK OLUR BUNLARDAN BİRİ
CHE birader,
Çabuk toparlamışsın, avcı tefrikası gibi yazdığın Konya konferansı masalından sonra yüzüne çarpan gerçekliğin soğuk tokadına sanki pişkinliğine şükür duası niyetine yarabbi şükür diyor gibisin!
Turgut’un “Haziran, yeni orta Çağa bir itirazdır; yeni derebeylerine ve engizisyona karşı, aklın ve aydınlanmanın savunusudur.” Sözüne itiraz etmeye cesaretin olmadığı için, işi tıpkı Çekoslovak döküntüsü olan ve sosyalist hareketi de Hitlerin faşist sürülerinin katlettiği Stalin’in oğlunun cansız bedenini de Kitsch sözcüğü ile tartan Kundera gibi, aydınlanmanın savunusunu “b.k” sözcüğü ile tartmaya yeltenmişsin!
Dinime küfreden bari Müslüman olsa derler bu cevabına!
Peki, Turgut’un aktardığı bu itirazın adresi doğru değil midir?
Başka türlü sorayım, bu itiraz zaten çürümüş, kokuşmuş, can çekişen kapitalizmin, yeni bir ortaçağ kalıbında kendisini kurtarmasına, bunu yaparken ortaya çıkardığı ve güçlendirdiği yeni derebeylerine ve engizisyon mekanizmalarına karşı bir itiraz değilse nedir?
Aklı referans alan bir hareket, bu itiraz edilenin karşısına, aklın ve aydınlanmanın savunusunu koymayacak da, akılsızlığın ve karanlığın savunusunu mu koyacaktı?
Bir de ne güzel de tarif etmişsin “Kurt-aslan” vesaire… Eminim çok deneyimlisindir bu konuda… öyleyse bir de şunu ekleyelim katkı olsun diye, köpek kurdun kırığıdır ve ilk önce, sahibini tanrı belleyip kuzularının bekçiliğini üstlendiğinde, kurda ihanet etmiştir… Diğer canlılarda da olduğu gibi, köpek kurdun çürük yanlarından doğup gelişir… Köpek haindir; karın tokluğuna satın alınmış ve köleleşerek Cemal Süreya’nın dediği gibi kurdun karşısında ağzı”cehennemleşmiş” tir …Kolay devşirildiği için, insanda en ağır aşağılama ve hakaret sözü yerine geçer.
Cemal Süreya(*) “Kurt” şiirine , “Köpek, diliyle içer suyu, Kurt, soluğuyla” diyerek başlar ve şöyle devam eder:
Yüreğinin kokusunu taşır
Boynundaki kutup çiçeği
Öfkeli değil lacivert
Yırtıcı değil sıcak.
Kurt: büyük karbonun sesi
Karanlıktan çağlayarak
Atardamarıyla koşar,
Ulur gözlerinin arasıyla.
…
Erzurum´da Horasan´da
Bütün kuzey yarıkürede
Çağlar boyunca kurt
Yekpare bir kemik halinde
Tek bir kurtta yaşadı
Sonra papağanlar geldi
Gözlüklü yılan Hint´ten geldi
Maymunlar Madagaskar´dan
Ornitorenk Avustralya´dan
Denizler büyüdü
Gece azaldı.
Kurt altı yavru doğurur
Köpek olur bunlardan biri
—
Köpek: ılık profesyoneli
İpeğin, camın, korunun
Eti havayla dolu
Burnunda sinir, kıçında peri
Bakkal, tefeci, o…pu
Hayvan hikâyesi düzenlerin
Ve tanrının koyunlarını
Güden çobanın dostu
Ödleriyle öten kuşlar gibi
Havlaya havlaya kirlenir
Düşen kulaklarıyla birlikte
Buruşur sevinci
Ama diktiler mi kurdun karşısına
Ağzı cehennemleşir.
Kurt altı yavru doğurur
Köpek olur bunlardan biri
—
Haziran kadar taş düşecek eninde sonunda kafana hiç merak etme; aydınlanmadan bu kadar korktuğunuzu hatta nefret ettiğinizi, girdiğiniz karanlığın şövalyesi olmakta bir beis görmediğinizi artık herkes biliyor; Ulak çoktandır tarihe not düşüyor çünkü; ve tarih, zaman zaman sapmalar olsa da, yani gerilemeler, zikzaklar ve tam geri tornistanlar yapsa da ki bunda, karanlığın şövalyelerinin payı büyüktür, yine de lineer bir karakter taşır ve o sapmaları, hem de karanlığın şövalyelerine soğuk tokadını tattırarak, sıçramalı bir şekilde olması gerektiği yere doğrultur!
Tarih mi, emin ol tek başına bir şey yapamaz, bunun için gerçek, kanlı canlı insanların gene gerçek canlı kanlı faaliyetleri gerekiyor ve bu faaliyetler hiç durmuyor ve zaman zaman bu faaliyetlerde bir hızlanma, bir patlama, bir sıçrama oluyor ki, işte bunlardır tarihin sıçramalarına yansıyan; Ekim Devrimini ayrı tutarsak, bunlardan biri ve en unutulmazı, tarihe aydınlanma olarak geçen patlamadır ve artık buradayız farkında mısın bilmem!
Sözü kurttan ve aslandan açtığın için yüzüne vuruyorum ki, bu tarihte aslan da, kurt da, köpek de vardı ama tarihi, yine de kurt ile aslan yaptı ve bunun anlamı şudur:
Sizin fetiş düzeyinde öne çıkardığınız Kürt halkı da bu misaldir ve haini bol millet olduğunu pek çok Kürdolog tarihçiden duyabilirsiniz; ama çok doğal ve kaçınılmazdır; her halkta olduğu gibi Kürt halkında da kurt da, aslan da, köpek de ve hatta kuzu da vardır; çünkü halklar hem kahraman, hem haindir; hem zayıf, hem güçlüdür; hem korkak hem cesurdur ve işte sosyalistler bunun için onların, yani halkların hem içinde hem dışındadır; bu nedenle bazıları kuyruğuna takılır, korkaklıklarını, hainliklerini, zayıflıklarını okşar ve büyütür; bazıları ise, onları hem kahraman, hem cesur ve hem de güçlü yapmak için uğraşır!
Bu ise, aydınlanmaya küfredip, Tanzimat karanlığına şapka çıkarmakla olmaz; ortaçağa methiye düzüp, demokratik cumhuriyeti lanetlemekle olmaz; hepsi bir yana, sosyalizmi ümmet toplumu ile özdeşleştirmekle hiç olmaz!
Siz bu kafa ile Kürt halkının da, Türk halkının da, Kurdun da, aslanın da yüz karası olursunuz ancak; çünkü cahillikten öte bir kafa taşıyorsunuz omuzlarınızda!
Ortaokul mu aklına geliyor aydınlanma deyince?
Atma din kardeşlerin kırılır sonra; aç bir bak bakalım MEB’in tarih kitaplarına, aydınlanmanın esamesi okunuyor mu? Ve yukardan aşağıya anlattığım rafine bilgiler, beş yaşında çocuk aklı ile bile muhakeme edilebilecek bilgilerdir; ama sen hâlâ ortaokulu getiriyorsun aklına; yani anla işte CHE birader, ne kadar geri ve gericiliğe köprü kurmak için sabırsız olduğunu!
Ve bir kıyas yapalım istersen; hani diyorsun ya, “Haziran literatüre göre kapitalizme, sana göre(Turgut’u kastediyorsun) de yeniçağa daha yenimi geçecek yoksa “Aydınlanmacı” denen şey çok mu ileri birşey?” diye!
Peki, ortaçağ daha mı ilerici size göre ki inatla bir ortaçağ karanlığının içinde debelenip dururken, emperyalist-kapitalizmin dayattığı ortaçağa karşı duranlara lanetler okuyarak, bu dayatılan ortaçağa arka çıkıyorsunuz?
Ama bir yere not etmelisin ki, bir ölüm sessizliği ile hükümranlığını sürdüren upuzun bir karanlığın ardından patlayan aydınlanma ve sonrasında yeniden karanlığın hâkim olması, ilerleme motorlu tarihsel-toplumsal gelişmedeki diyalektiğin en açık göstergesidir!
Bu patlamayı, en büyük coşkuyla Komünist Manifesto ile Marx ve Engels anlattı ise ve bu gün bütün dünyanın her yerinde ve hâlâ kabul gören “sanayi devrimi “ deyimini ilk kez Engels kullandı ve en çok Marx yaygınlaştırdı ise bu, tarihe bilimsel gözlerle baktıkları için ve Hegel’in kaba diyalektiğini güzel bir diyalektiğe dönüştürdükleri içindir.
Bu gün, tarihe kaba bakanların, bunda ısrar etmeleri, Marx ve Engels’in manifaktür, sanayi devrimi ve kapitalizm çözümlemelerinin bu gün bile aşılamamış olduğunu göstermektedir!
Siz Marx’ı aştığınıza dair kuruntularınızı büyütebilirsiniz; ama sadece Marx ve Engels, dolayısıyla bilim de değil, bu aydınlanma döneminin, bu büyük patlama döneminin edebiyatı, sanatı, müziği ve resmi de hâlâ aşılamadı; bu büyük patlama dönemi, hem yaratıcıları ve hem de yapıtları yarattı ve önce yeni insanı yarattı.
Aydınlanmadan korkmanız, bunlardan korkmanızdır; bunlardan korkmanız, karanlığın gönüllü şövalyesi olmanızdır!
Gelişme ve yeni insan, on yüzlerce yıl saman tadında yaşayan insanın içinde ve boğucu ve sıkıcı bir sükûnetle birlikte birikti, insanoğlunu yepyeni bir kişiliğe büründüren patlama, bu birikimin dışa vurumu oldu.
İşte sizin ifrit olduğunuz, adını duyunca tüylerinizi diken diken yapan ve daha çok da korkularınızı depreştiren “aydınlanma” budur!
Buna ifrit olmak, bundan ürkmek ve akıl dışı lakırdılarla hücum etmek, karanlığın şövalyeliğini yapmak değilse nedir?
Endüstri devrimi öncesinin endüstri işçisi, Engels’in ünlü tanımı ile “gerçekte insan değillerdi”; insana yakışmayan bir yaşam sürdürüyorlardı.
Bu durumu anlatmak için Engels şöyle yazıyordu; ” Kısacası, o günlerin İngiliz endüstri işçisi, bugün Almanya’da şurada ya da burada rastlanan türde, kendi kabuğuna çekilmiş bir biçimde hiçbir zihin işlemi göstermeden ve yaşamında büyük dalgalanmalar olmadan yaşadı ve düşündü. Çok az okuyabiliyorlardı ve çok daha az yazıyorlardı; düzenli olarak kiliseye gidiyorlar, politika konuşmuyorlar, gizli işlere kalkışmıyorlar, düşünmüyorlar, fiziksel egzersizlerden haz alıyorlar; İncil’i dedelerinden gelme bir saygı ile dinliyorlar,’üst’ sınıflara karşı, sorgusuz bir tevazu ile aşırı ölçüde iyi davranıyorlardı. Ancak entelektüel açıdan ölü idiler; küçük, özel çıkarları için ve tezgâhları ile bahçeleri için yaşıyorlardı, ufuklarının üstündeki bütün insanlığı sürükleyen güçlü hareketten hiç haberleri yoktu. Sessiz bitkisel yaşamlarında rahat idiler ve eğer endüstri devrimi olmasaydı, bu ılık romantik fakat insana yakışmayan varoluştan kurtulmaları mümkün olmayacaktı.”
İşte budur, yani bundan kurtulmanın adıdır aydınlanma ve işte siz ezilen ve sömürülen işçi ve emekçi sınıfların, halkların, gerçekte insan olmayan insanlara döndürülmesini ve ortaçağın o sessiz ve bitkisel yaşamlarından mutlu olan insanlarına döndürülmesini istediğiniz için, kurtulmayı ise istememelerini istediğiniz için, dahası modeliniz bu tip bir insan olduğu için, aydınlanmaya karşı cenk halindesiniz; bu yüzden siz ABD emperyalizmine, ABD emperyalizmi de size aşkla yaklaşıyor!
Birbirinize muhtaç olduğunuz anlaşılıyor!
Ama dedim ya, ilerleme motorlu tarihsel-toplumsal gelişme buna izin vermez, eninde sonunda yeni bir aydınlanmayı, yepyeni ve öncekinden daha şiddetli bir patlamayı tarih sahnesine taşır ve taşıyor!
Nasıl ki, sanayi devrimi öncesinin insanı, fırtınadan önceki uzun bir sessizlik dönemi içinde ılık romantik ama insana yakışmayan varoluşlarından kurtulmayı düşünmedikleri gibi, bu doğaları gereği, yaklaşan fırtınayı fark etmekten de uzak oldukları halde; onca yüzyıllık sessizlik içinde ve tarinin ilerleme çizgisinin derinliklerinde biriken fırtınadan habersiz, bilmedikleri endüstri devrimini, binlerce yıl değişme sözcüğünü unutturmuş bir yavaşlığa alışmış halde beklemezken, bu aydınlanma ile, bu patlama ile sarsıldı ve yeni insan olmanın kapılarını açtı ise; bugün de, bir ortaçağ karanlığının ve buna uygun edilgenleştirilmiş, sürüleştirilmiş insanlığın eşiğinde eşelenen insanların da yepyeni bir aydınlanmaya, çok daha şiddetli bir patlamaya muhtaç olmaları bir yana, bununla sarsılmaları ve yepyeni bir insan formunda fışkırmaları da kaçınılmazdır!
Engels, 1845 yılında ilk baskısı yayınlanan “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” başlıklı çalışmasının ilk cümlesi çok ilginç; “İngiltere’de proletaryanın tarihi, geçen yüzyılın ikinci yarısında, buhar kazanının ve pamuğu işleyecek makinanın icat edilmesiyle başlar. Bu icatlar, bilindiği gibi, bir endüstri devrimine, tüm sivil toplumu değiştiren ve tarihsel önemi ancak şimdi kabul edilmeye başlanan bir devrime yol açtı.”
“Endüstri devrimi” deyimi ilk kez burada geçiyor ve Engels endüstri devriminden, “tarihsel önemi ancak şimdi kabul edilmeye başlıyor” diye söz ediyor.
Çok açık değil mi?
Gelişme, tarihin ilerleme çizgisi üzerinde ama derinliklerinde gizli ve ancak bilimsel bir bakışla, kaba bakışları besleyen tüm hastalıklardan arınmış olarak bakınca görülebiliyor ve tarihin ilerleme motorlu çizgisinin sanıldığının aksine, en sessiz anında bile, hatta en çok “u” dönüşü yaptığı zamanda bile, bir patlama ile ortaya çıkacak olan bir sıçramayı yaratacak birikimin hareketliliğini taşıdığı anlaşılmaktadır!
Bu gün tarihin ilerleme motorlu gelişme çizgisinin bir “u” dönüşü ile rotasından saptırılıp, dünyanın ve insanlığın kapitalizm öncesine döndürülmeye çalışıldığını ve insanoğlunun bu dönüşüme uygun insan formuna, Engels’in tanımladığı endüstri devrimi öncesindeki “gerçekten insan olmayan insanına” dönüştürülmeye çalışıldığını görmek için, bilimsel bakmak da gerekmiyor; bilimsel bakanlar, bunu çok önce gösterdiler. Bu gerçekliğin üzerini örtmek için ise vülger bakmak, yani bilimdışı bakmak ve baktırmak esastır.
İşte siz bay Kürt fetişistleri, tam da bu şekilde bakıyor ve bunu model yapmaya çalışıyorsunuz; aydınlamaya ifrit olmanızla ve aydınlamaya vurguyu, kapitalizm savunusu ile özdeşleştirmenizle, hem korkunuzu ve hem de kapitalizmin, ömrünü uzatmak için, kendi tarihinin gerisindeki bir karanlığa, yeni bir ortaçağa açılan kapıları zorlamasının gönüllü şövalyesi olduğunuzu dışa vurmuş oluyorsunuz!
Bunun için tarihe ve gelişmelere kaba bakmaya mahkûmsunuz; ama vülger bakmak ve baktırmak, yaklaşan katastrofun fırtınasından önceki son bakıştır ve bu bakışın fırtınayı görememesi, derinde birikmiş olan patlamayı duyamaması normaldir.
Fakat bilimsel bakış ile bakanlar, hem öznel çabalarla bir “u” dönüşüne bükülmüş olan tarihin ilerleme çizgisinin derinliklerinde biriktirdiği patlamayı, hem de bu patlamanın, bu “u” dönüşünü tersine bükecek olan ve hem de tarihin ilerleme çizgisi önündeki bütün engelleri kaldıracak olan yeni insanı fışkırtacağını görüyorlar ve duyuyorlar.
Yani, tarihe bilimdışı bakanların gördüğü, tarihin ilerleme çizgisinin derin bir sükûnet içinde aktığıdır; ancak gerçeğin bu olmadığını, bu sessizliğin, bu suskunluğun, insanoğlunun on yüzlerce yıl yel değirmenleri ile yaşamasının ve hatta onlarla zaman zaman kavga etmesinin, sonunda ortaya çıkacak olan patlamanın birikimi olduğu, tarihe bilimsel bakanların gördüğüdür!
On yüzlerce yıl saman tadında yaşayan insanoğlunun, bu patlama ile ve bir insan ömründen kısa gibi görünen bir zaman içinde, yepyeni bir kişiliğe büründüğü görülmüştür ki işte bu,“aydınlanma” dır; kaba bakanlar, bilimsel bakmayanlar bunu hâlâ göremiyorlar, görmek istemiyorlar; yani görmek istemiyorsunuz demek istiyorum!
Çünkü bir Tanzimat öncesinin karanlığının ifadesi olan dinci -gerici-islamik-osmanik faşist 12 Eylül rejiminin TC’sinin yönetimine ortak olmak için can atıyorsunuz!
Ve çok net değil mi, seni dinleyen de Haziran hareketini sosyalist devrim istemeyen bir turuncu komünist parti sanır; oysa her şey açık, bu bir ilerici-devrimci harekettir ve toplumda yansıyan ilerici-devrimci yöndeki hareketliliğin dışa vurumudur!
Hani sıkışınca siz hep dersiniz ya “HDP sosyalist değil” diye, Haziran hareketi de sosyalist değil ama ona kapalı da değil, HDP ise doğuştan kapalı ve Öcalan’ın buyruğuna o yüzden çok hevesle sarılmaktadır ve HDP buna rağmen sosyalist bir renkle pazarlar kendisini Haziran hareketi ise bütün taraflılığı ile karanlığın karşısında, aydınlanmanın içindedir ve bu yüzden sosyalizmi dışlamaz ama gene de orta yere ben “sosyalistim” diye çıkmaz; işte senin anlamadığın “taraflı-tarafsız” diyalektiği budur!
Sizin ise tarafınız da tarafsızlığınız da karanlığın lehine, karanlığa aşkla bağlı olmanıza açılmaktadır; “BOYKOT” diyerek içine girdiğiniz “tarafsız” lığınızla, dinci-gerici faşist Eylül rejiminin ne denli tarafı olduğunuzu çok açık göstermiştiniz de bunu bile “anarşist” renge bürünerek örtmüştünüz ve şimdi ise bütün reddettiklerinize, mesela TC’ye, mesela parlamento’ya, mesela oy sandığının sihrine, son derece fetiş bir şekilde tapıyorsunuz da bunu bile hâlâ “solcu”luğun şanından göstermeye çalışıyorsunuz!
Bu dışa vuruma, ortaokul talebesi mantığına bürünüp, “turuncu komünist” yaftası vurarak, ondan sonra da ,” hani nerde sosyalizm, yoksam siz kapitalizmin aydınlık yüzünü mü getireceksiniz? “ diye sorarak aklın sıra “düzen içi” bir renk vermen, senin ne denli cehalet içinde olduğunu gösterir, değilse köylü kurnazlığının sınırlarını aşıyorsun demektir!
Ama daha önemlisi, böylece HDP’nin bir Amerikan projesi olduğunun, Amerika TC düşmanlığı buyurursa TC düşmanı, TC dostluğu buyurursa TC dostu ve hatta ortağı olmaya çoktan teşne olduğunun, karanlık ile pazarlığının ise doğuştan olduğunu örtmek istiyorsun demektir!
Yani Amerika ne derse o olduğunun ama kurt da, aslan da olmadığının üzerini örtüyor olduğunun üzerini ancak böyle örtmeye çalışıyorsun demektir!
Ekim_Arat’ın kendisi de okudu mu bilmiyorum ama burada paylaştığı bir yazının linkinde ki bir başlıkta denildiği gibi, Faşizmi darbelemekten, ayakta alkışlamaya varmanızı “sol” hatta yer yer “sosyalist” bir renge bürünerek örtülemeye çalışıyorsunuz demektir!
Bunun adı iki yüzlülüktür ve içine girdiğiniz yerde takiye olmaktadır!
Oysa Haziran hareketi cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı, laik, kamucu, Kürt düşmanlığı olmayan ve bunlar olmazsa sosyalizmin de olmayacağının bilincinde olan bir harekettir ki, eşyanın tabiatı gereği bu hareketin içinde de bu bilinçten yoksun veya bu bilince bigâne kalanlar da olabilir, hatta bu harekette karanlığın muhibbi olarak görevli olanlar bile olabilir; hatta ve hatta tabanlarının baskısına dayanamadığı için katılan hareketler de olabilir, ama bu, hareketin özünü ve toplumda yansıyan ilerici-devrimci yöndeki hareketliliğin dışa vurumu olduğu gerçeğini değiştirmez de, sakatlamaz da!
Kürt ve Türk emekçilerinin ( ama illa ki ilerici olanlarının) birlikte kuracakları böyle bir demokratik cumhuriyetin hareketidir; bu ne TC’dir ne de bir ümmet düzenidir; sayenizde sosyalist iktidara giden yol üzerinde Kemalistlerin başaramadığı engeller, bir ortaçağ tortusu olarak dağ gibi bir moloz yığını misli dikilmiştir; işte haziran hareketi, cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı, laik, kamucu, Kürt düşmanlığı olmayan ve sosyalizmi dışlamayan bir emekçi cumhuriyetini bu molozların üzerinden kuramayacağının bilinciyle hem tarafsızdır, hem de taraftır!
Sadece ilkesel olarak kendi tarafındadır demek istiyorum; çünkü hangi at izinin it izlerini örtmek için, hangisinin şirin göstermek için hangisinin ezip geçmek için hareket halinde olduğunun belli olmadığı bir atmosferde bu hem en tarafsız ve aynı zamanda en taraflı yaklaşımdır!
Ama sen bunu, hem cehaletinin katsayısı yüksek olduğu için ve hem de daha çok buna niyetin olmadığı için anlayamazsın; anlamamaya mahkûmsun demek istiyorum!
Ve akırsanız da, köpürseniz de tarihin diyalektiği, bu Kürt ve Türk emekçilerin birlikte kuracakları cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı, laik, kamucu, Kürt düşmanlığı olmayan ve sosyalizmi dışlamayan bir emekçi cumhuriyetini işaret etmekte ve tarih bu yöne akmaktadır!
Tarih bu toprakları ilerici-gerici eksende bir iç savaşa sürüklemektedir ki bu tamı tamına bir sınıf mücadelesinin ifadesidir; toplumsal dinamiklerin, sınıfsal dengelerin kendi içinde ve karşılıklı konumlanışı sınıf mücadelesini bu yönde bir karşılaşmaya sürüklemektedir.
İşte bu nedenle öteden beri, “geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler” diyerek, Kürt halkını ve ona devrimci bir biçim vererek tarihsel vazgeçilmez çıkarlarına sahip çıkmaları için başlarını yüksek tutmalarına mihmandar olan devrimci-demokratları uyarıyoruz ve tarihin bu diyalektik akışını hatırlatıyoruz!
Siz o kadar öyle kör ve zifiri bir karanlığa saplanmış ve bu karanlıkta bilimin aydınlığına sarılacağınıza, karanlığın kara delikleri misli insanlığı yutmak için kendi içinde dönerken yarattığı parlak ışıklara sarılmışsınız ki, uyarımızın size değil, sizin bu karanlığa çekmeye çalıştığınız bilimin aydınlığına sarılmak için yola çıkmış Kürtlere ve vazgeçilmez tarihsel çıkarları için başını göğe kaldırmış Kürt halkına olduğunu göremediğiniz gibi, bu uyarımızla karanlık yolunuzun aydınlığın hücumu ile deşifre olacağından ve bütün karanlık yüzünüzle çırılçıplak kalacağınızdan korkuyorsunuz ki bunun kaçınılmaz bir son olduğunu, elbette siz de biliyor ve işte bu yüzden ya en sinsi halinize, yani yılanın kurnazlığı ile güvercinin suçsuzluğuna, ya da gerçeklerin üzerine bodoslama dalan aslanların ölçüsüz hiddetinde korkusuzluk tripine giriyorsunuz!
Oysa Haziran hareketi, aydınlanmaya vurgu yapıyorsa bu, zifiri bir karanlığın ifadesi olan dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğüne karşı, bilimin aydınlığına sarılmayı referans almaktadır!
İşte bu yüzden, sizin kanka olmaya, hatta en renkli gömleklerinizle ortak olmaya hazırlandığınız bu karanlığa karşı durmanın ifadesi olan Haziran hareketine, bu karanlığın arkasındaki egemen sınıflara ve onların egemen ideoloji ve politikalarına ve elbette bu egemenliği sağlam tutmak için kurdukları mekanizmalara duymadığınız kin ve nefreti kusuyorsunuz!
Sonra da beş yaşında çocuk zekâsının bile hem güleceği, hem de kolaylıkla mahkûm edeceği savlarınızla bu içinde bulunduğunuz gerçekliğin üzerini, en az bu gerçekliğin taşıdığı karanlık kadar karanlık lakırdılarla örtmeye, Haziran hareketinin, sizin kanka olduğunuz ve yönetimine ortak olmaya çalıştığınız karanlığın tarafında olduğu yalanını pompalıyorsunuz!
Tabii bu sizin için aslında, “isteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci” misli bir temennidir; ne kadar bu tür beddualar ederseniz, o denli Haziran hareketi içine girer diye kuruntu yapar durursunuz!
Ama bu ne sizin, ne de Hazirancıların insiyatifindedir; dedim ya elbette sizin de ve Hazirancıların da içinde olduğu gerçek insan faaliyetlerinin ifadesi olan ve tarihin diyalektik akışına tabi olan sınıf mücadelesinin insiyatifindedir!
Haziran hareketi her ne yöne yönelirse yönelsin bu onun ilerleme motorlu tarihsel-toplumsal gelişme çizgisinin üzerinde ve canlı, gerçek insan faaliyetleri ile şekillenen sınıf mücadelesinin ortaya koyduğu bir tarihsel-toplumsal vesile olma gerçeğini değiştirmeyecektir!
İşte burada bilimin ve bilimsel düşünce sahiplerinin, tarihin ve toplumsal gelişmenin ya da başka ifadeyle bu gelişmeye karşı kalın bir duvar oluşturan engellere karşı direnç göstermekten başka seçeneği olmayan ilerleme motorlu tarihsel-toplumsal gelişmenin ortaya koyduğu bu vesileyle tarihin lineer akışını olması gereken doğrultuya çevirme hüneri belirleyici olacaktır; yani tarihsel-toplumsal gelişmenin işaretini alır almaz aydınlık saçan fenerlerini tarihin varmak istediği yöne tutarak bu vesileyi tarihin en güçlü, en devrimci değiştirici ve dönüştürücü vesilesi yapacaklardır!
İşte bu nedenle “aydınlık” sözcüğünden, “laikliğin” ürkütücü sesinden, “halkçı” lığın devrimci ruhundan ve cumhuriyetin ilerici niteliğinden korkup, gerici-dinci bir karanlığın ifadesi olan ortaçağın bile kollarına atılıyor, ölmekte olan, çürümüş, pislik akan kapitalizm cehennemini bu ortaçağ karanlığı ile “demokratize “ederek, ölümden kurtarmaya ve işçi ve emekçi sınıfların, halkların en korkunç cehennemine çevirmenin gönüllü şövalyeliğine aşkla bağlanıyorsunuz!
Öyleyse sizi tutmuyoruz, ama sizin de Kürt halkının paçasına yapışıp içinde olmaktan büyük mutluluk duyduğunuz karanlığa çekmenize seyirci kalmıyoruz, aksine karşısına dikiliyoruz; ilerici-devrimci Kürt emekçiler ile aranıza bilimsel ve çelikten bir duvar örüyoruz, aşkla bağlandığınız gericiliğinize tav olanları ise size bırakıyoruz, henüz tav olmayanları ise, bilimin aydınlık yoluna çağırıyoruz!
Gerisini tarihin diyalektik akışı halledecektir bunun için en bilimsel iyimserliğimizle pek fazla merak etmiyoruz; çünkü yaklaşan katastrofun hangi yöne evrildiğini, emperyalist çakalların niyetlerini ve oyunlarını göz ardı etmeden biliyoruz ve görüyoruz!
Yani karanlığınız sizin olsun, biz bilimin aydınlık yolundan gitmeye kararlıyız diyoruz!
Dedim ya, tarihin ilerleme çizgisinin derin bir sükûnet içinde akmadığını; bu derin sessizliğin ve suskunluğun, sonunda Haziran suretinde patlayacak olan bir aydınlanmanın birikmiş olduğunu ve bunun, ancak bilimsel bakışla görülebileceğini, kafanıza Haziran kadar büyük bir taş düştüğünde siz de göreceksiniz ve sizin ne denli bilimsel bakıştan uzak olduğunuzu ve bütün kapıları bu bakışa kapatmak için çırpındığınızı herkes görecektir!
(*) Cemal Süreya ölene kadar Türk şairi olarak ama yine de aydınlıkta kalmış bir Kürt olarak kalmıştır ki bu, onun suçu değildir; bu, Türklerden çok, sizin gibi aydınlığa düşman, akla nefretle yaklaşan ve akılsız kalma ile karanlıkta kalmayı en akıllı iş sanan Kürtlerin marifetidir ki Diyarbekir’de ilk Kürt renkli mitingi, Kürtler değil, Türkler yapmıştır ve en çok karşısında duranlar, sizin gibi akla ve aydınlığa düşman, akılsızlığın ve karanlığın sadık muhipleri olmuştur!
Fikret Uzun
19 Mayıs 2015