KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 4

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 4
BORGA birader,

Çeşitli toplumsal ve siyasal biçimlerin hep aynı kalan zor aracıyla değil, ama zorun kendisine uygulanan şey aracıyla, yani her çağın ürünleri ve üretici güçleri ile; o çağın bu ürünler ve üretici güçlere öngelen yapısı ile açıklanmaları gerektiğini, daha önce Engels’e dayanarak, hatırlatmıştım!

Ama hiç kimse, bu hatırlatmaya kulak asmadılar!

Kulak assalardı, o zaman, Doğu despotluğunun ortak mülkiyete, ilkçağ cumhuriyetlerinin tarım yapan kentlere, Roma imparatorluğunun Lâtifundialara, feodalizmin kırın kent üzerindeki egemenliğine dayandığı kendiliğinden bulunurdu!

İşte senin, benim dediklerimi, “ölü ve çürümüş mevzular” diyerek çürüteceğini sanmandaki kıymeti harbiye buradadır; böylece, bu kulak asmama konusunda epey bir ciddi olduğunu gösterirken, aynı zamanda neden kulak asmadığının da ipuçlarını veriyorsun!

Yani bu Aşiret işi, senin ya da benim veya senin her dediğini bilmeden anlamadan alkışlayanların niyetinden ve inisiyatifinden bağımsız olarak, tarihsel gelişmenin ortaya çıkardığı bir tarihsel kategoridir ve siz ikna yöntemini, ya da “zor” u işin içine sokarak “ol” dediğiniz için olacak bir şey değildir; üstelik “aşiret komünü” eninde sonunda bir despotun egemenliğinde olan devlete dönüşmesi de komün üyelerinin niyet ve insiyatiflerinden bağımsız olarak, yani ikna yöntemini ve “zor”u işe karıştırmadan tümüyle, bu komünün verili bir zamanındaki, ürünlerin ve üretici güçlerin durumuna öngelen yapısına dayanan bir “zor” un uygulanmasıyla gerçekleşir.

Marxistlere göre, zorun tarihte ekonomik evrim karşısında oynadığı rol açıktır; ilkin her siyasal zor, önce toplumsal nitelikte ekonomik bir göreve dayanır ve ilkel toplulukların dağılmasının toplum üyelerini özel üreticiler durumuna dönüştürdüğü, yani onları ortak toplumsal görevlerin yöneticilerine daha da yabancı kıldığı ölçüde artar.

İkinci olarak, toplumdan bağımsız kılındıktan, hizmetkâr durumundan efendi durumuna geldikten sonra siyasal zor, iki yönde etkili olabilir.
Ya normal ekonomik evrim yönünde; bu durumda, ikisi arasında bir çatışma yoktur, ekonomik evrim hızlanır. Ya da zor, ekonomik evrime karşı çıkar ve bu durumda, birkaç istisna dışında, zor, ekonomik evrim karşısında her zaman yenik düşer.

Bu birkaç istisna, en barbar fatihlerin bir ülke halkının kökünü kazıdıkları ya da kovdukları ve ne yapacaklarını bilemedikleri üretici güçleri kırıp geçirdikleri ya da yitip gitmelerine göz yumdukları yalıtık fetih olaylarıdır.

Sürekli fetih olaylarının büyük bir çoğunluğunda, daha kaba olan fatih, fetihten çıktığı biçimiyle, daha yüksek “ekonomik durum”a uymaya zorlanır; fethedilen halk tarafından özümlenir ve çok kez, onun dilini bile benimsemek zorunda kalır.

Ama bir ülkede —fetih olayları bir yana bırakılırsa— devletin iç zorunun, şimdiye değin hemen her siyasal iktidar bakımından belirli bir aşamada olduğu gibi, ülkenin ekonomik evrimi ile çatışma durumuna girdiği bir yerde, savaşım her zaman siyasal iktidarın yıkılması ile sonuçlanır.

Ekonomik evrim, istisnasız ve acımasız kendi yolunu açar.

İşte bu, devrimcilerin neden Irak’ın, ondan önce Afganistan’ın, Libya’nın, Mısır’ın ve hâlâ Suriye’nin (ve daha önceleri, Vietnam’ın), iç zoru hangi aşamada olursa olsun, yani buralarda birer diktatör, despot işbaşında olsa bile, ABD emperyalizminin, “demokrasi” götürme bahanesiyle buraları fetheden fatih rolüne soyunmasına karşı çıkmasını net olarak açıklar.

Ve bunu bir tek siz anlamıyorsunuz; aslında, geldiğimiz noktada daha net görüldüğü biçimiyle bunu anlamak işinize gelmiyor!

Çünkü anlamış olursanız ya ABD emperyalizminin karşısına dikileceksiniz ki bunu, Suriye-Esat bağlamında, Suriyeli Kürtler, ABD emperyalizminin karşısına dikilmeseler de, Batı’nın Esad’a yönelik planlarına biat etmeyerek bir nebze yerine getirmiş oldular ve emin olunmalı ki, Batı’nın Ayn el Arap’ta, IŞİD’in saldırısı karşısında Rojavalı Kürtlere yeterince destek vermeyen tutumu, bir anlamda Rojavalı Kürtleri ABD emperyalizmin politikalarına karşı, Esad’ın yanında oldukları için cezalandırmak olarak değerlendirilebilir!

BORGA kardeş, her şey bir yana, yani ne kadar cümle kurarsam kurayım, ne denli doğru tespit ve açıklamalar yaparsam yapayım, seni aydınlatamayacağımı, çünkü senin öyle bir niyetinin olmadığını biliyorum ama bari şu somut, artık pratik olmuş ve herkesin burnunun ucunu gıdıklar hale gelmiş olan gerçekliğin üzerinde biraz düşünmelisin; gerçekten niyetin lafa ebeliği yaparak gerçeklerin üzerini örtmek değilse, bu gerçek emin ol sen de bile, müthiş bir bilinç sıçraması yapacaktır!

Dine dönüş, sol’un yükselişine karşı bulunan son derece sınıfsal bir tertiptir ve maliyeti çok düşüktür amma ve lakin başlangıçta bu tertibi topluma yedirecek güce gelmek ve toplumu bu kıvama getirmek için harcanan maliyet kesinlikle yüksektir!

Ve hali hazırda neredeyse üniversitelerin bile İmam Hatip okullarına çevrilmeye çalışıldığı bir atmosferde, devletin dine çok fena halde döndüğünü görmek zor değildir!

Öyleyse Laikliğe sorti vuruşlarının, türbanı nerdeyse ana sınıflarına kadar yaymanın, özgürlüklerle veya darbecilikle, hatta Kemalizmin kendine has karakteri ile ilgisi olmadığını, tamı tamına, solun ve daha çok sosyalist hareketin ilerlemesini durdurmak ve mümkünse hepten yok etmek için egemen sınıfın sarılmak zorunda olduğu bir sınıfsal tertip olduğunu anlamak zor olmamalıdır!

Bu işin doruk noktası elbette bu günlerde çok daha belirgin ve hissedilir ölçüde görülmektedir ama hazırlanışı ve bunun için Kemalizmden keskin dönüş, 12 Eylül ile ve daha çok da 12 Eylül rejiminin onuncu yılından sonra hız kazanmıştır; artık dine dönüş de, Kemalizmden çıkış da tamamlanmıştır!

İşte senkronize burada başlamakta ve artık fütursuzlaşmaktadır; TC nezdinde hiçbir gücü kalmayan Kemalistler ve Kemalizm, hâlâ bir deccal ve bütün oklar o yönedir ve bugün devlet olan ve bu anlamda en güçlü anını yaşayan din, hâlâ en mağdur olma sıfatıyla, kendisi de bir mesih beklemektedir.

Ve sen BORGA birader, tam bu noktada, bütün diğer senkronize politikalarınız yanında, bizim zaten gördüğümüz ve gösterdiğimiz, Kemalizm ve din konusunda da egemen sınıfla ve onun egemen düşünceleri ile senkronize olduğunuzun işaretlerini vermek ihtiyacı hissettiğin görülmektedir; daha doğrusu kendini bu temelde açıklama yapmaya veya dediklerimi çürütmek için bu tür argümanlar kullanmaya borçlu görüyor gibisin!

Öyleyse bu şartlar altında, ne düşünmemizi bekliyorsun ki?

Baktığımız yerden, “KÖH”ün politikaları ile ABD emperyalizminin politikalarının senkronize olduğu gerçeğini örtmek için, her türlü argümanı ki, bu argümanların, politikalarla uyum içinde olmaları gerek şarttır, kullanarak sanki bu borcu ödemeye mahkûmmuşsun gibi görünüyorsa, bu bizim suçumuz değildir!

Ve böyle olduğunu iddia ettiğimizde, zülfiyareye dokunmuşuz gibi yerinde duramayıp, öfkeni ve kinini gemleyemeyip, ille de bir şeyler söylemek ve içine, egemen sınıfların politikaları ile uyumlu argümanlar koyarak dediklerimizi çürütmüş görünmek istemen ve daha önemlisi hepimizi süzme “devlet yanlısı” ve daha çok da “TC yanlısı” göstermeye çalışman çok ilginçtir!

Ve BORGA biraderim, sen de pekâlâ biliyorsun ki, bütün bu dine dönüş operasyonları, münferit bir olay değildir; bu, ABD-AB emperyalizmi nezdinde sürdürülen güçlü ve bütünsel bir dine dönüş operasyonudur; ve tümüyle sınıfsaldır; yani bir devlet işidir; artık emperyalist kapitalizm, papaz ve cellât olmadan yapamamaktadır!

Onlar yoksa, biliyor ki, emperyalizm de yok olacaktır!

Ve sen, devlete ne denli cenk açmış gibi davransan da, bu devlet işinde, devletin yanında olduğunu gizleyemiyorsun ve artık kendi ifadelerinle bunu açık ediyorsun!

Ve emperyalistlerin bildiği gibi, sen de biliyorsun ki, eğer dine dönüş operasyonu salimen tamamlanamazsa, daha pahalı ve riskli disiplinler gerekecektir, bu da emperyalizmin ve işbirlikçilerinin, en azından henüz işlerine gelmemektedir; ya da henüz bu güçte değillerdir!

Amma ve lâkin tarihin ve emperyalizmin aczinin bir cilvesi olabilir, emperyalizm, IŞİD’ler yaratmaktan kendini kurtaramamaktadır ki pahalı ve riskli bir silah olduğunu görebiliyoruz!

Yani, dünyada Yeni Dünya Düzenine- emperyalist dünya imparatorluğuna; yani topyekün modern bir ortaçağ düzenine dönüşü gerçekleştirmek için; bölgede ise, bu yenidünyaya hazırlanmanın başlangıç aşaması olan BOP projesi adı altında başlayan bir ulusal-nihilizm ve kozmopolitizm operasyonu ile ulus-devletleri parçalamak, küçültmek ve yanında bir sürü cüce devlet, şehir devleti, muhtariyet vesaire ile Kürtler’e ABD emperyalizminin ve İsrail’in hegemonyasında bir manda, ama büyük bir devlet yapısında, yaratmak ve böylece bu bölgede silah ve mühimmat satışını ve bunun yanında bu bölgedeki tüm zenginliklerin emperyalistlerin kasalarına akışını, sonsuz çerçevede garanti altına almak için; ve işte bu istek ve niyetlere karşı duracağı muhtemel olan çalışan kesimlerin, hem emperyalizm ile ve hem de özellikle emperyalizme bağımlı ve işbirliği içindeki kendi hükümetleri ile çelişkileri keskin olan bölgedeki işçilerin ve emekçi halkların edilgenleştirilmesi için, bu dine dönüş operasyonunun gerçekleştirilmesi ve tamamlanması emperyalistler için zorunlu ve sine qua non bir gerekliliktir.

İşte bu nedenle ve yalnızca bu nedenle ileriye dönük olarak, emperyalizmin geleceğini garanti altına almak için, bütün dünyada dine dönmenin rüzgârları estirilmektedir.

Demek ki neymiş BORGA? Her şey, emperyalist ABD-AB’nin ve bilumum müttefikleri yanında, işbirlikçilerinin, sınıfsal çıkarları için, bu bölgeden başlayarak, dünyayı topyekün kırbaçlı kölelik düzenine döndürmek için, insanları yine topyekün tarih öncesi bir cahiliye düzenine uygun bir şekilde dönüştürmekten, yani işçileri ve emekçileri, tüm çalışan kesimleri edilgenleştirmek için dine dönmekten başka çareleri kalmamıştır!

İşte tam burada “KÖH” nezdindeki Kürt politikasının bu çareye köstek değil, destek olması, ABD emperyalizminin öteden beri istediği ve uğraştığı bir iştir!

Ve işte bu çareye, çorbada tuz olmaktan çok daha fazlası ile katkı verdiğiniz artık apaçık görülmektedir!

Ve ben bunları, bütün dayanakları ile net olarak gösteriyorum; sen ise buna itirazını, benim devlet destekçisi,hatta “TC destekçisi” olduğumu, hiçbir inandırıcı dayanak göstermeden, çok çok çarpıtmalarla oluşturduğun bilmeceli, bulmacalı ifadelerini kanıt olarak göstererek yapıyorsun; ama hiçbir soru işaretini, bugüne kadar ortadan kaldırabilmiş değilsin ve hâlâ en çok kullandığın argüman, “uzun yazmam” ve bunu “biçimsel” bulmandır!

BORGA kardeş, “anayurt” veya “vatan” da, “millet” gibi, bir tarihsel kategoridir; ve sosyalistler her zaman ezilenlerin yanındadırlar; bu nedenle de, demokrasiyi savunmak için ya da ulusal baskıyı defetmek için verilen savaşlara karşı çıkmazlar ve bu savaşlara ilişkin olarak “vatan savunması “ sözlerinden ürkmezler!

Ama siz hep ürktünüz hatta bu sözlere kükrediniz!

Ayrıca, devrimci sosyalistler, emperyalizmin girdiği her yere baskısını ve sömürüsünü götürdüğünün aşikâr olduğunu da bilirler ve inanırlar!

Diğer yandan her savaşın, siyasetin şiddet yolu ile davam etmesi demek olduğunu da bilir ve inanırlar!

Peki öyleyse, bu gün bölgede süren savaşta ne tür bir siyaset söz konusudur? Yani ABD-AB emperyalizminin ve irili ufaklı müttefiklerinin bu bölgede ne işleri var? Yoksa sen de Amerika’nın bu bölgeye “demokrasi” getirdiğini mi düşünüyorsun?

Yani bu bölgede süren savaşta Türkiye’nin veya diğer ülkelerin işçi sınıfının ve emekçi halkların, halkçı temelde bir demokrasiyi ve sosyalizmi savunan bir siyaseti mi, yoksa emperyalizmin her zaman olduğu gibi gerici, baskıcı, sömürgeci, güçsüz halkları ezme siyaseti mi devam etmektedir!

Sence de bu savaşın bir emperyalist savaş olduğu ve tarihinin en gerici savaşı olduğu ortada değil mi? Bu savaş, dün olduğu gibi, hâlâ mal derdine ve kavgasına düşen, köleliği daha da pekiştirip, bütün bir bölgeye ve kırbaçlı cinsinden yaymaya çalışan ABD ve AB emperyalizminin savaşı değil midir?

Yani ABD emperyalizminin, ne demokrasi ile, ne bu bölgedeki halkların kalkınması ile, ne de Kürtlerin kurtuluşu ile ilgilendiğini söyleyebiliriz; ama bu bölgedeki sömürgelerini korumak, daha bir zapt-ı rapt altına almak ve daha önemlisi, Ortadoğu’yu, bir “Büyük Kürdistan” çerçevesinde, kendi çıkarlarını sonsuza kadar korumak ve arttırmak için, gerici-dinci ve bir o kadar da itaatkâr bücür devletçikler ile donatmak ve ABD emperyalizminin ya da İsrail’in veya olur ya, Türkiye’nin hegemonyasında bir Kürt devleti yaratmak ile ilgilendiğini söyleyebiliriz!

Diğer yandan, devrimci sosyalistlerin, küçük ulusların kapitalist düzen içinde özgürlüğü ütopyası ile işleri olmadığı açıktır; yani bir dizi devrim olmaksızın ve her ülkede o ülkenin egemenlerinin baskı mekanizmalarına karşı devrimci bir mücadele yürütülmedikçe demokratik bir barışa benzer hiçbir şeyin mümkün olmadığını bildikleri ve inandıkları da açıktır; buradan hareketle burjuva teorisyenlerinin ve oportünistlerin, ulusların özgürlüğünden dem vurarak emekçi halkı kandırmalarına göz yummazlar!

Öyleyse lafı ve soruları uzatmaya gerek var mı?

Elbette yok ve buraya kadar sorduklarımla ve hatırlattıklarımla, bu bölgede süren savaşta, işçi sınıfı ve emekçi halkların, onların önderleri ve öncü örgütlerinin, şu yalın gerçeklikle, yani emperyalizmin yanında mı, yoksa kesinkes karşısında mı olacaklarına karar vermeleri gerektiği gerçeği ile karşı karşıya olduklarını söylemek için çok zeki olmaya gerek yoktur!

BORGA kardeş, siz, “silahlar sussun, barış olsun, kan dökülmesin, analar ağlamasın” dediğinizde, bunun bizim inisiyatifimizde olmadığını; biz istiyoruz diye silahların susmayacağını ve zaten silahların bir Amerikan pax’ı için susturulmak istendiğini ve bu nedenle de her şeye rağmen Kürtler ile Türklerin kardeş kalması gerektiğini ifade ediyorduk ama siz hemen “Kürt düşmanı ”diye küfür ediyor, sanki savaş istiyormuşuz, analar ağlasın istiyormuşuz gibi göstermeye çalışıyordunuz!

Ve işte bu acı gerçeği çok çabuk gördünüz; bu iş istemekle olmuyor; ama hâlâ burnunuzdan tek kıl kaptırmıyorsunuz! Kaptırırsanız bütün büyü bozulur değil mi?

Bütün dünyadaki burjuvazi devrilmeden, mülksüzleştirilmeden, hatta mülk sahibi olma hayallerini de ortadan kaldırmadan ve hepsinden önce silahsızlandırmadan savaşların durdurulmasının, son bulmasının olanaksız olduğunu söylediğimiz zaman bile bizimle alay ettiniz ve içine sokmadığınız yafta kalmadı!

Dolayısıyla sosyalizme geçişte de bunun mümkün olmadığını, yani “barışçıl sosyalizm” hayallerinin bir çıkmaz sokak olduğunu, bunun için sosyalist devrimcilerin çetin savaşlara, sınıf savaşlarına kafa yormalarının görevleri olduğunu ama sizin de bu boş hayallerden, geleceğin “barışçıl sosyalizm”inin hayalini görmekten vaz geçmeniz gerektiğini ve “komün”ününüzün de ve aynı anlama gelen ümmet toplumunuzun da “sosyalizmle özdeş” ve hatta ondan “daha ileri” olduğunu söyleyerek sizi kandırdıklarını söyleyip durduk ama hepiniz bir anda kör-sağır oldunuz ve hep bir ağızdan ve de hep aynı nakaratı,” Kürt düşmanı” nakaratını, bozuk plak misli haykırdınız durdunuz!

Bırakalım bilimsel ve teorik açıklamaları, yukardaki temel ve son derece mantıklı tanıtlamayı beş yaşında çocuklar bile kavrar ve her halukârda, şimdiler de gözü dönmüş ve kurtuluşu için, ömrünü kurtarmak için tarihin gerisine yönelmeyi bile kafaya koymuş olan emperyalist kapitalizme rağmen, onu ta can evinden vuracak sosyalizm için barışçıl düşler kurmak değil, ancak ve ancak son derece bilimsel bir politika sanatı, savaş sanatı üzerinde kafa yormak ve uygulamak gerektiğini anlar ve hatta sosyalizm safında heyecan duyar!

Ama siz bu heyecanı hiç duymadınız ve şimdi bu heyecanı gerçekten ve ısrarla duyanları, ABD emperyalizminin denetimindeki bir savaşta, sadece ve sadece vicdanları hareketlendirerek, bu çıkmaz sokağa çekmeye çalışıyorsunuz!

Yukarda hatırlatmıştım, sizler “vatan savunması” sözünden tiksinerek söz ediyordunuz ve şimdi birden “en vatansever” siz oldunuz!

Yani düne kadar ve temel politikanız olarak hâlâ öyle olduğu açıktır ki, ABD emperyalizminin kozmopolitizmi ve ulusal nihilizminin peşinden giderek, başka herkesi “ulusalcı-milliyetçi”, zavallı “vatansever” ler olarak küçümsüyor ve lanetliyordunuz ve bundan hâlâ vazgeçmiş değilsiniz!

Buna rağmen, Rojava çerçevesinde, önceki adı Ayn el Arap olan ve sadece Kürtlerin yaşamadığı, Kürtlerin dışındaki halkların ya da etnik grupların da yaşadığı ama buraları çoktan terk ettiği ve Kürtler göndere bayrak çekince adını Kobane yaptıkları bu yerde, Kürtler’i tutmakta , asker kaputu giydirerek savaştırmakta neden ısrar ediyorsunuz anlamak zor!

Bu arada, yanlış anlamaları ve çarpıtmaları önlemek için, hemen belirtmeliyim ki, bu tutumun yanlış olduğunu söylemiyorum, ABD emperyalizminin yarattığı IŞİD canavarına karşı, Kobane’yi savunmanın bir yanlışlığı yok; gerçi ortada bir de resmi olarak, devletler hukukuna göre de burasının Suriye’nin toprağı olduğu gerçeği ve sınır olması açısından belki Türkiye’yi de ilgilendirebilir ama Amerika’yı ilgilendirmediği gerçeği de var; ABD’nin kendi yarattığı IŞİD’i bahane göstererek buraya müdahale etmesi, son tahlilde, Suriye’nin iç işlerine müdahale etmesi demektir; ama bir de, ABD nin ve/veya onun maşası olan bir gücün yürüttüğü bu gerici savaşa karşı, Suriyeli Kürtlerin “vatan savunması”nı öne sürmeleri ilke olarak yanlış değildir; ancak diyorum ki, gene son tahlilde, bunun için her şeyden önce Rojavalı Kürtlerin, ABD emperyalizminin safında değil, aksine ve kesinlikle karşısında olmalıdır; ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olurken ve zırt- pırt Amerika’ya uçup, ondan yardım isterken, olmadı, dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminden silah yardımı bile isterken ve bunda ısrar ederken, Kobane’de Kürtlerin içine girdiği savaşı, hem “vatan savunması” sayamayız, hem de sonuç alabileceğini düşünemeyiz!

Amma ve lakin, bunlar işin bir yanıdır ve öte yanda, ABD emperyalizminin çocuğu olduğu aşikâr olan IŞİD canavarının, Amerika’nın Rojava’daki kestanelerini bu ateşten almanın maşalığını yaptığını ve aykırılıklar göstermesinin, tıpkı sobamızın veya mangalımızın üzerinden pişmiş kestaneleri alırken kullandığımız o teneke maşanın gösterdiği aykırılıklar gibi olduğunu ve her halukârda Suriyeli Kürtler’in bu IŞİD canavarının ve haliyle ABD emperyalizminin insafına bırakılmaması gerektiğini herkes biliyor; ama ya Suriyeli Kürtler ve daha çok Türkiyeli Kürtler, yani siz, siz biliyor musunuz?

Hiç sanmıyorum ve hâlâ ABD emperyalizminin “dost”luğundan, ”insaf”ından medet umduğunuz, Amerika seyahatlerindeki trafikten dahi belli olmaktadır!

Peki size rağmen, Türkiye’nin devrimcilerinin bir şey yapabilme şansı var mıdır?

Elbette yoktur!

Ve ilaveten hatırlatmalıyım ki, etrafınız emperyalizm ve kapitalizm denizi ile ve elbette bir işbirlikçilik denizi ile çevrili iken, emperyalizmin bu bölgeye dayattığı politikalarının sonucunun bu olacağı gerçeğine ve bu gerçeklik içinde bağımsızlığınızı da, özerkliğinizi de, hatta krallığınızı bile ilan edebileceğinizi ama bunu elinizde tutamayacağınızı söylerken gene kulaklarınızı tıkadınız ve bu gerçeğe gözlerinizi kapatarak ve bu politikaların sebep olduğu kaotik atmosferde göndere kolaylıkla bayrağınızı çektiniz!

Ve şimdi, demiştik demiyorum ama karşınızda Esat yönetiminin, yani Suriye’nin olmadığı, hatta buna, oraya “özerklik” bayrağı dikmenize, kapı açtığı koşullarda, buraya kolaylıkla bayrak çektiniz ama karşınıza, üstelik de bu sonucu en baştan isteyen ABD emperyalizmi, işbirlikçileri ve ondan daha çok dinci-faşist 12 Eylül rejimi ve güttükleri irili ufaklı çeteler ve en sonu yine ABD’nin yarattığı ve elinden tuttuğu IŞİD dikildiği için, göndere çektiğiniz ve üzerinde “demokratik özerklik” veya Kobane ”kanton “u yazan bayrağı gönderde tutmakta zorlanıyorsunuz!

Ve hâlâ, Suriye yönetiminden değil de, ABD emperyalizminden ve dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminden destek ve hatta silah yardımı bekliyorsunuz; siz bekledikçe de bir sürü asker kaputu giymiş Kürt emekçisi IŞİD’e kurban veriliyor!

Ve buradaki hadisenin aslı tamı tamına budur; kendinizin seçtiği bu siyasal sonucu korumak ve elinizde tutmak için savaşmak!

Öyleyse bu konuda yanınızda olacak olanlar, buradaki insanlık dramına vicdanı elvermeyenler değil, bu siyasal sonucun öznel ve nesnel olarak yanında olması gerekenler olacaktır ve bunların içinde ne ABD ne de gerici-dinci-faşist 12 Eylül rejimi vardır!

Eğer bunu sağlayamıyorsanız, buna ilaveten, elinde silah olan bütün Kürtleri de buraya yığamıyorsanız ve temel politikanız, hâlâ ABD emperyalizminin kozmopolitizmi ve ulusal-nihilizmi ile bir ve aynı ise, o halde Kobane’deki Kürtleri de oradan çıkarın ve diğer kantonlarınızdan birine veya bir kaçına yerleştirin; bu en mantıklısı olur; böylece ne kan dökülür, ne analar ağlar!

Hem ,“Koma Civakên Kürdistan”ın bir “devlet sistemi olmayıp, halkın devlet olmayan ve sınırları esas almayan demokratik sistemi olduğunu” bizzat siz söylemiyor musunuz ve “anayasa”nıza da bunu kaydetmiş değil misiniz?

Hatta “bu Sözleşme ile birlikte Kürdistan halkının özgürlüğü de klasik ulusal kurtuluşçuluk ve isyancılıkta aranmamaktadır” diyen ve bununla birlikte,“ Kürt halkının özgürlüğünün güvencesi ne devlet ne de devletçiklerdir. Kürt halkının özgürlüğü ve Kürt sorununun demokratik çözümü Kürdistan ve Ortadoğu’yu demokratikleştirmektir” diyen de siz değil misiniz?

Dahası var, “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasilerini kurma hakkıdır. İçte demokratik ulusu, dışta ise ulus üstülüğü esas alır. “ diyen de sizsiniz!

O halde ve öyleyse,”vatan savunması”na ne gerek var? Bırakın bu toprak parçasını savunmayı, Kürtleri “demokratik ulus” yapmak için ve dışarda da “ulus üstülüğü” esas almak için çalışın!

Hem böylece şu tiksindirici “vatan savunması” sözünden de kurtulmuş olursunuz!

Ama işin aslı başka değil mi? Bu söz, dün olduğu gibi bugün de, sadece, bu bölgede süren emperyalist yağma savaşını ve bu çerçevedeki burjuva yalanları örtbas etmek için lazım gelmektedir değil mi?

Gerçekten öyle değil mi?

Yani bu bölgede para kaynağı olan bir petrol boru hattı söz konusu ve bu şimdi Kürtlerin mülkü mü oldu yoksa? Öyleyse iş değişti değil mi? Bu mevziiyi, asker kaputu giymiş Kürtleri, içiniz parçalansa da, analarının ağlamasına kulaklarınızı tıkayıp savaşa sürerek korumak gerek değil mi?

Peki Kürtler için bu gerekiyorsa, Türkiye’nin yer altı ve yer üstü zenginlikleri emperyalist tekellere peşkeş çekilirken, hatta bu işlerin ABD emperyalizminin bölgedeki politikaları gereği olduğu hiç saklanmazken, yani 12 Eylül rejiminin yönetimi defalarca,” Biz Ortadoğu’da ABD’nin BOP projesinin eş-başkanlığını yürütüyoruz, bu proje çerçevesinde Diyarbakır bir yıldız olabilir” demişken, Türkiye’nin yurtseverleri bu işe karşı durunca, bunun arkasında da Emperyalizm olduğunu ve bu nedenle de bu karşı duruşun emperyalizme karşı duruştan ayrılmayacağını hatırlatarak, dolayısıyla Amerikan emperyalizmine karşı Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, doğal kaynaklarını ve kamu yatırımlarını savunduklarında, Türkiye’nin iç işlerine ABD-AB emperyalizminin karışmasına karşı çıktıklarında, yani Kürtlerin ne idüğü belirsiz “kurtuluşu” üzerinden, Türkiye’nin parçalanmasına karşı “vatan savunması”ndan söz ettiklerinde, bu neden size tiksindirici geliyordu ve hâlâ öyledir?

Üstelik bu, KCK sözleşmesine de geçmiş ve şöyle ifade edilmektedir; “Siyasetin demokratikleştirilmesi temelinde, Kürdistan üzerinde egemen olan devletleri (Türkiye-Suriye-Irak-İran) köklü bir reforma yönelterek küçülmelerini ve demokrasiye duyarlı hale gelmelerini sağlamak. “

Öyleyse Türkiye’nin devrimcilerinin, sosyalistlerinin, komünistlerinin, yurtseverlerinin, söz konusu Türkiye olduğunda,”bırakın parçalansın” ”kapitalist modernite çöksün bize ne” diyen ama söz konusu Kendileri olunca, daha bütün bile olmamış ve hatta yalnızca fırsat bu fırsat bayrak dikilmiş bir toprağı “vatan” diye savunmanın en yüce hak ve insanlık görevi sayılmasını isteyen ve bunun için herkesi bu savunmada yanlarına çağıran ama Türkiye’nin emperyalist politikalarla parçalanmasında, emperyalizmin politikalarının yanında olan, dolayısıyla Türkiye’nin yurtseverlerine karşı olan Kürtlerin bu yaklaşımında bir çapanoğlu aranması ve bu nedenle de Kürtlerin Kobane’deki “vatan savunması” na uzaktan bakılması, Türkiye’nin devrimcileri açısından gayet normal değil midir?

Ama gerçekler çok acımasız değil mi?

Bu Kobane denilen yerde önemli bir petrol boru hattı var öyle değil mi? Bu bence sizin için de, “demokratik” ulus yaratma uğraşınızdan daha önemli bir ayrıntı ve olmazsa olmaz veya olsa da çok büyük bir kayıp olur değil mi?

Ve ABD emperyalizmi, bunu size yedirmeyeceğinin mesajını çoktan verdi değil mi?

Demek ki, kendimizi sözcüklerin ardı sıra sürüklenmeye bırakırsak, sözcüklerin kölesi olursak işler her zaman sarpa sarmaya hazırdır öyle değil mi?

Evet,“anayurdun savunulması” deyimi ve tutumu, tarihte bir kez işçi sınıfını bölerek, onları ulus birliği temelinde birbirlerine kurşun atar hale sürüklemiş ve devrimcileri de gerçek devrimciler ve oportünistler olarak ikiye bölmüştü!

Ama işi toparlayan ve yerli yerine oturtan da o sizin şimdilerde sık sık sevmediğinizi gösterdiğiniz, “kapitalizme hizmet ettiğini” vaaz ettiğiniz Lenin olmuştu!

Anayurt savunucularının, o zamanki emperyalist savaşı ve bu savaş üzerine söylenen yalanları örtbas etmek için bu sözü kullandıklarını da aynı Lenin öğretti ve tarihe kaydetti!

Ama sonra, işçiler burjuvaziyi devirip, sovyetleri iktidara getirince, Rusya’da çar’ın değil, burjuvazinin de değil, sovyet iktidarının bayrağı göndere çekilince iş değişti öyle değil mi?

O saatten itibaren, “anavatanın savunulmasını” kabul etmek, hem gerekli ve hem de zorunlu hale geldi!

Çünkü savaştan önce Rus proletaryasının devrimci politikası demokrasiyi ve sosyalizmi kurmak ve korumak üzerine idi; öyleyse proletarya burjuvazinin iktidarını devirip, kendi iktidarını kurduğunda, “anavatan savunması” nın, bu politikanın şiddet yoluyla sürdürülmesinden başka bir anlamı yoktu; yani işçi demokrasisini, proletarya devletini, emperyalist çetelere ve kapitalist karşı-devrimcilere karşı savunmak anlamına geliyordu.

Hatırlarsak ve Lenin’in ifadesiyle söylersek; “Emperyalist büyük devletlere karşı savaşlarında ezen uluslar yönünden ya da bir burjuva devletin bazı Galiffet’lerine (Paris Komününü insafsızca bastıran Fransız generali) karşı savaşında utkun bir proletarya bakımından ‘anayurdun savunulmasını’ kabul etmemek budalalık olur” du!

Ama bir de şu gerçek var; Ekim devrimini gerçekleştiren Rus işçisi bunu, çarın en acımasız zulmü altında inleyen emekçi halkların, yoksul köylülerin bu devrime bütün güçleriyle katılmaları sayesinde yaptı ve tersinden Rusya’nın ezilen halkları da bu devrimde işçi sınıfının yanında oldukları için özgürlüklerine kavuştu ve hatta pek çoğu bağımsızlıklarına kavuştu ve koskoca bir sosyalist cumhuriyetler birliğinin üyesi olarak geliştiler, serpildiler!

Ve sizin ne bu gerçeklerle ve ne de Kürtlerin bu güne kadar geçirdikleri evrim ile ilginiz var; işiniz gücünüz, yarım yamalak doğrularla çiftleştirdiğiniz yalanlarla ürettiğiniz demogojilerle hem Kürt halkını ve hem de Türkiye’nin işçi ve emekçilerini kandırmaya çalışmak!

Sonra da suçu, önce kendi kafanızda tasavvur ederek ürettiğiniz ve içine bütün ABD karşıtlarını, bütün dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin muhaliflerini ve elbette bütün ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olan politikalarınıza muhalefet edenleri içine doldurduğunuz soyut “devletçi sosyalistler”e yükleyerek işin içinden sıyrılacağınızı, karşılıklı oynanan tiyatroları kimsenin fark etmeyeceğini sanıyorsunuz ama fena halde yanılıyorsunuz!

BORGA kardeş, bu mektup, sana son mektubumdur; ister cevapla ister cevaplama, artık senin bilmeceli-bulmacalı hilkat garibesi ifadelerinle uğraşmak istemiyorum ve zaten artık sözün bittiği yere varmış bulunuyoruz; bu saatten sonra gerçekleri görmemekte ısrar edenlerin oportünizmden başka sığınakları olmayacaktır; bu da bu sığınaklara girmek istemeyenlerin tahmin ettiğinizden de çok olduğunu açıkça gösterecektir ve böylece, oportünizme boğazına kadar batanların, yani ABD emperyalizminin kölesi olanların kimler olduğu bütün çıplaklığıyla görülecektir.

Bu nedenle sana son defa tuttuğum gerçeklerin aynasının bir yansıması olan mektuplarımı iyi değerlendir; emin ol gerçeklerle birlikte bastığın yerin resmini de çok net olarak göreceksin!

Buna rağmen hâlâ yerim dar diyerek kaçıp, başkasının oyununa sığınıp üzerimize hilkat garibesi demagojik üfürükler fırlatmaya devam edeceksen senin bileceğin iş; ama emin ol tarih son sözünü söylemeye hazırlanıyor; ve Kürtler belki, bu kokuşmuş, irin akan düzenin sahibi zenginlerle birlikte yaşamayı “kurtuluş” olarak görüp, bunu mutluluk sayabilirler ve böyle yaşayabilirler; buna yakınlar da; ama Türkiye’nin devrimcileri bir tek Kürt bile katılmasa, bu kokuşmuş, her tarafından pislik akan soygun düzeninden kurtulana kadar mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerdir!

Fikret Uzun

11-Ekim-2014

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 3

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 3

Devam ediyorum ama sırası gelmişken ,”Avrupa’da aşiret yok” dediğin için, toprakların belli bir zaman süresi sonunda yeniden paylaşılması yolundaki Rus tarzının Almanya’da 18. hatta 19. yüzyıla kadar korunmuş olduğunu; Asya ve Hint mülkiyet biçimlerinin Avrupa’da başlangıçta her yere damgasını vurduğunu; Ruslara kalan şeyin ise, komşularının çoktan attıkları biçimlerin uzun süre esiri olduklarını hatırlatarak devam etmek istiyorum!

Ah be kardeşim, ne de güzel söylüyorsun, yahu yüce gök söyletiyor diyeceğim ama benden önce diyenler oldu şimdi bir de bunu vesile yaparak asıl konudan kaçmaya çalışırsın, o nedenle demeyeceğim ama durum anlaşılmıştır; yani ister istemez tam da benim dediğimi diyorsun; ama bunu, gene bir takım lakırdılarla, başka bir takım lakırdıları çiftleştirip, ipe asılacak üfürükler doğurtarak diyorsun.

Yani başka şey diyorsun ama bir gerçeğin de örtüsünü açmış oluyorsun ve eminin fark ettiğinde “tüh ben ne yaptım!” diyeceksin!

Yani, “Bu devletin egemenlik alanında yaşayıp, bu alanın hegemonyasında ama komünizm adına örgüt kurabilip, bu devleti savunmak karşı-devrimciliktir.” Diyorsun ki, hâlâ derdin soyut bir devlet ama bu mekanizmanın gerçek sahiplerini, o etten-kemikten yapılmış olan, gerçek sömürgen, zalim insanları; yani Türkiye’nin işçilerinin, emekçilerinin ve yoksul köylülerinin, küçük-esnafının, gencinin, kadınının, yaşlısının kanını emen, sırtında boza pişirerek, ellerindeki ve kursaklarındaki ekmeklerine el koyan egemen sınıfların üyelerini, mesela her mevsim, Nevruz ateşinde Kürtlere şirin gözükmek için atlayıp-zıplayan, o sizin bizi “taraftarı ve yaratıcısı” olarak gösterdiğiniz devletlerinin “çözüm” süreci taktiğinin önünde heyecanla ve “insaniyet namına” hem yeşil ve hem de gene yeşil hayallerle ellerini ovuşturan TÜSİAD patronlarını, bu Türkiye’nin büyük zenginleri ile iş tutan, onlarla birlikte bu pislik akıtan soygun düzeninin ortağı olmak isteyen Kürt egemenlerini ve elbette onlarla her türlü işbirliğine hazır olan ve hatta bu büyük büyük zenginlerin ideolojik tetikçiliğini yapan, yani bu zenginlerin egemenlik alanında gönüllü yer alan ama türlü- çeşit “sol” renkli sahte gömlekler giyenleri nedense bize talkım vermeyi ihmal etmediğin halde, hiç görmüyorsun ve işin içine bile katmıyorsun!

Diğer yandan, aslında bu iddiana yerleştirdiğin fotoğrafa dikkatle bakanlar göreceklerdir ki, bu fotoğraf size çok uymaktadır!

Ve evet, evet, buna inanıyorum ve sen de inanabilirsin, çok sürmeden, bunu çok daha fazla insan öğrenecek ve kendi gözleri ile görecek!

Bence, atıp tutmadan önce, soyut bir “devlet” lakırdısı ile oyalanıp ve oyalayıp, asıl egemenlik mekanizması ve onun sahipleri ile tam da iddiana yerleştirdiğin tipte bir ilişki içinde asıl sizin olduğunuzu herkesin öğrenmeye başladığını anlayarak, biraz dengeli bir ölçüde durman gerektiğini düşünmelisin!

Bu iddianızı kanıtlamak için, öncelikle ABD emperyalizmi ile ittifaktan vazgeçmelisiniz; ama sözde değil özde vazgeçmelisiniz; beraberinde 12 Eylül dinci-gerici-faşist rejiminin diktatörlüğüne sacayağı olmaktan vazgeçmelisiniz ve bunu da sözde değil özde yapmalısınız; ayrıyeten, Kürtleri gericileştirmekten ve devrimcisizleştirmekten de vazgeçmelisiniz!

Biz ittifak yapmıyoruz demenizin ise hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur! Çünkü görünen köy kesinlikle kılavuza gerek bırakmıyor!

Hemen ifade etmeliyim ki, aklından geçiyordur, gerçek devrimcilerin kılavuzu, sizinki gibi kargalar değil, gerçeklerdir! Kargalar ancak, gerçekler katledilirken ortaya çıkar ve kim gerçekleri katlediyorsa onlara kılavuzluk yapar!

Bu anlamda, bunu özde yapmazsanız, hem kuruntularınız altında kalacaksınız ve hem de hangi yolu tutturduğunuzu pek kısa bir zaman içinde herkes öğrenecek!
Bu öğrenilirken de,“devletin içinde idol haline getirilenlerin de, getirenlerin de…” sizin etrafınızda olduğu pek açık olarak ve kısa zamanda çok daha fazla bir kitle tarafından da öğrenilecektir! Örnek mi istersin? Fidan sana yeter!

Demek “…dünyadaki bütün büyük dinlerin komünizm olduğunu” ispatlayacaksın, ispatla birader, elini, dilini tutan mı var!

Benim dinsel düşünce ve inançlara, bu çerçevede gerçekleştirilen ibadetlere, gelenek ve göreneklere, ne bir düşmanlığım var ve ne de açık bir saldırım var;ve bu, sanma ki “dinden korktuğum” içindir!

Ama işte sen apaçık ediyorsun ve ünlü “komünist” ve de o senin tarif ettiğin fotoğraftakilere tamı tamına uyan Sarısözen’in izinde olduğun belli oluyor ki, devlete cenk açan sen, devletin dinli ve dinci olmasında bir sakınca görmüyorsun!
Düşündüklerimi ve inandıklarımı merak ediyorsan, bu konuda kapsamlı mektuplarım var, dinleri değil ama bir disiplin olarak dini kullanan devletin bunu neden yaptığını anlatan açıklamalarımı da görebilirsin ve bu mektuplarımdan birisini Forum’un sayfalarında da bulabilirsin, eminim sen bile yararlanacaksındır ki zahmet edip aşağıdaki linki tıklatırsan o an gözlerinin önüne düşecektir!

http://www.sosyalistforum.net/bizden-makaleler/47399-sosyalistler-ve-din-alanina-bakis.html

Ama bir şeyden daha eminim ki sen daha çok, benim de şimdi, dün Dühring’in , “Özgür toplumda tapınış olamaz; çünkü üyelerinin her biri, doğanın arkasında ya da üstünde, kurban ya da.dua yoluyla etkili olunabilecek varlıklar bulunduğu ilkel ve çocuksu kuruntusunu aşmıştır. Öyleyse, doğru olarak anlaşılmış bir sosyalite sisteminin … Kiliseye değin tüm gözbağcılık aygıtını ve bunun sonucu belli başlı bütün din öğelerini ortadan kaldırması gerekir.” Dediği gibi konuşmamı ve en sonu “dinin yasaklanması gerektiğini” filozof edasıyla vaaz etmemi ne de çok isterdin!

Bunu, bulunduğun noktanın, beş yaşındaki zekânın da gerisinde olduğunu en açık bir şekilde gösteren bir örnek olarak önüne fırlatıyorum ki, eğer bu noktada bulunmanın zekân ile bağı yoksa bunu ancak ve ancak, o sözde cenk açtığın “devlet”in egemenliği içine boğazına kadar battığın gerçeği ile açıklayabiliriz!

Çünkü Fransız devriminin öncesi ve sonrası ile birlikte burjuvazi, kendi sınıf görüşüne uygun kendi öz ideolojisine sahip olacak kadar kuvvetlendiği bir zamanda, dinle ancak kendisi için bir engel olduğu ölçüde ilgilenerek, kendi büyük, kesin devrimini yapmıştı; ama eskinin yerine yeni bir din koymaktan kaçınmıştı.

Fakat ne zaman ki, diğer sınıflar üzerindeki, özellikle de proletaryanın üzerindeki egemenliğini pekiştirdi, o andan itibaren, din ve tanrı fikrinden, burjuva düzenin korunmasının ideolojik kuvveti olarak, başka ifadeyle ucuz bir disiplin olarak, Marks’ın deyimiyle, halkın afyonu olarak yararlanmıştır.

Hâlâ da yararlanmaya devam etmektedir!

Kant’a göre ise ki, Kant’ın tam senin bastığın yerde durduğunu söyleyebiliriz; “tanrının varlığı tanıtlanamaz ama onu kabul etmek gerekir. Çünkü bu fikir olmazsa, her şey mubah olur, artık büyük adalet koruyucusu olmaz, artık bir gökyüzünün jandarması, bir ödül ve ceza güvencesi kalmaz, doğru olan cesaretini yitirir, kötü olan cesaret bulurdu. Kısaca burjuva düzen tehlikeye düşerdi.”

Demek ki, din, devletin eline geçer geçmez, doğrudan doğruya karşı devrimci bir silah olur ve bu silahın ne canlar yaktığını, ne çok analar ağlattığını ve burjuvaziye ne büyük egemenlikler bahşettiğini hepimiz biliyoruz!

Şimdi artık görülen o ki ve bir zamanlar önderinizin vurguladığı gibi, egemen sınıfların bu bin yıllık silaha çok fena halde ihtiyaçları vardır !

O halde öncekiler ve ardılları gibi senin de, din ile sosyalizmi özdeşleştirmen, olmadı, kardeşleştirmen, en sonu dinlerden komünizm icat etmen tesadüf değildir; ne de olsa ihtiyaç, keşifler gibi icatların da anasıdır!

BORGA birader, eğer, bir taraftan “devlet”e nefretin tavan yapmış görünürken, diğer taraftan bu kadarını bile idrak edemeyecek bir zekâya sahipsen istediğin kadar üfür, sana benden sınırsız izin; ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum ki bu daha mı iyi sen karar vermelisin ve şu din üzerinden yaptığın demagojindeki ucuzluğa bakıp da bunu gören herkes, senin egemen sınıfın da, onun egemen düşüncelerinin de dümen suyuna çoktan ve bile isteye girdiğini anlar!

Ama daha önemlisi, “gelip gelip bir karanlığın içine girdiğinizi” söylerken ne denli haklı olduğumuzu da, bizzat senin din üzerinden yaptığın bu ucuz demagojin net olarak teyit etmektedir!

Diğer yandan, Blankist takılarak veya onları yüksek tutarak ne denli ikiyüzlülük yaptığınız da bu ucuz demagojinizle apaçık anlaşılmaktadır ki, ezilen kitleleri din boyunduruğundan ancak emekçi kitlelerin devrimci mücadelesinin kurtaracağını kavramayan Blankistler, dine savaş açılmasını, hatta yasaklanmasını işçi partisinin siyasal görevi olarak yorumlamışlar ve anarşistliğin şanından saymışlardır!

Ama gel gör ki şimdi sen bir de başımıza din âlimi kesilerek “bütün büyük dinlerin komünizm olduğunu” vaaz ediyorsun! Garaudy duysa idi her halde önünde şapka çıkarırdı; çünkü din ile sosyalizmi birleştirmeyi akıl eden Garaudy, bu kadarını akıl edememişti!

Ve evet, bir kez daha altını çizmeliyim ki, yani bir kez daha görüyoruz ki, ihtiyaç icadın ve keşfin anasıdır; daha düne kadar böylesi kelamlar ağzından dökülmüyordu; öyleyse bir kez daha yalanlarınızı yutturma konusunda acz içinde olduğunuz anlaşılmaktadır!

Ve önümüze bu ucuz demagojiyi fırlatıp attıktan sonra, ardından bilgiç bilgiç sorular sorman ise herhalde demagojine biraz magazin tadı vermek için olsa gerek!

Neymiş? “…insanlık niçin hiç görünmeyen, doğmamış, doğurmamış ve her şeyin tek sahibi olan bir tanrı üretti?”

Diğerlerini saymıyorum bile!

Bu soru bile, senin ya gerçekten akıl taşıyanların zekâsı ile dalga geçtiğini, ya da gerçekten son derece dar ve algı körlüğü içindeki bir akıl dinamiğine sahip olduğunu, ya da daha vahimi, bu lafebeliklerini, sırf “KÖH” ün politikalarının ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin politikaları ile senkronize olduğunu gizlemek için yaptığını göstermektedir!

Oysa her din’in, insanların günlük yaşayışını egemenlik altında bulunduran dış güçlerin, onların kafalarındaki düşlemsel yansımalarından, dünyasal güçlerin içinde dünya üstü güçler biçimine büründükleri bir yansımadan başka bir şey olmadığını sen de biliyorsun!

BORGA kardeş, Marx’a ve Marxistlere göre, tarihin başlangıcında bu yansımaya uğrayan ve gelişmenin devamında çeşitli halklar arasında çok çeşitli ve çok değişik kişileştirmelere bürünen güçler, önce doğa güçleridir.

Ama az sonra, doğal güçlerin yanı sıra, bir o denli yabancı ve başlangıçta bir o denli açıklanamaz bir biçimde insanların karşısına dikilen güçler olan toplumsal güçler de işe karışır ve insanları doğa güçlerinin doğal zorunluluk görünüşlerinin tıpkısı bir doğal zorunluluk görünüşü ile egemenlikleri altına alırlar.

Başlangıçta içlerinde yalnızca doğanın gizemli güçlerinin yansıdıkları düşlemsel kişilikler, böylece toplumsal öznitelikler kazanır, tarihsel güçlerin simgeleri durumuna gelirler.

Evrimin daha da gelişmiş bir aşamasında, çok sayıdaki tanrıların tüm doğal ve toplumsal öznitelikleri, bu kez soyut insanın yansımasından başka bir şey olmayan her şeye yetenekli tek bir tanrıya geçirilir. Tarihte, çöküş durumundaki bayağı Yunan felsefesinin son ürünü olan ve dört başı bayındır cisimleşmesini Yahudilerin kendilerine özgü ulusal tanrısı Yahova’da bulan tektanrıcılık, işte böyle doğmuştur.
İnsanların kendileri tarafından yaratılmış ekonomik ilişkilerin, gene kendileri tarafından üretilmiş üretim araçlarının aracılığıyla, sanki yabancı bir güç aracıyla yönetilir gibi yönetildikleri burjuva toplumunda, dinsel yansımanın gerçek temeli ve onunla birlikte dinsel yansının kendisi de varlığını sürdürür.

Hepsi bu ve sen bunu açıklıyormuş gibi yaparken bile işe gizemli bir hava ve kendine de bilge bir ton vermeye çalışıyorsun; bu ne için BORGA? Bununla Kürtlerin kurtuluşunu daha mı iyi kotaracaksınız?

Yoksa bu işi daha da çetrefil hale getirerek, devletin elindeki bu doğrudan karşı devrimci silahın bir ucundan sizin de tuttuğunuzu ancak bu şekilde mi gizleyeceğini düşünüyorsun?

Yani hepsi şu atasözünde düğümlenirken, sen bunu bile örtmeye çalışıyorsun:
“İnsan önerir, Tanrı (yani kapitalist üretim biçiminin yabancı egemenliği) düzenler.“

Ve eminim bunu da biliyorsundur ki, Eğer devlet dinden, dini uygar toplum çerçevesinde kendi kendine bırakarak, kendini devlet dininden kurtararak kurtuluyorsa, bireyin de dinden, daha doğrusu din boyunduruğundan, ona karşı artık bir kamu işi karşısında imiş gibi davranarak değil, ama onu kendi özel işi sayarak, siyasal olarak kurtulur!

Bu da, ikide bir “demokratik modernite”ye atıfta bulunup,”kapitalist moderniteyi” reddediyorsunuz ya, işte modern devlet ile din arasında olması gereken ilişkiyi açıklayan yukardaki ifade, sizin şu “demokratik modernite” nize kapak olsun!

Fikret Uzun

11-Ekim-2014

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 2

BORGA kardeş,

Önceki mektubumu,“artık kendinize gelmenizin tam zamanıdır” diyerek bitirmiştim; öyleyse kaldığımız yerden, seni biraz daha bilgilendirmenin bir sakıncası yoktur; hatta faydası vardır, olur ya belki kendinize gelmenizde çorbada tuzum olur!

Tabii hâlâ “fasit daire” rüyaları görüyorsan, yapacak bir şey yoktur ve böylece kendinize gelmenizi umarak nafile çaba içinde olduğumuzu tam olarak kabul edip, sizi kendi dünyanızın rüyasını görmekle baş başa bırakıp, diğer işlerimize döneriz; ama bu dediklerimizde sizin kulağınıza değil ama mutlaka birilerin kulağına küpe olarak kalır!

Antikçağ’da ve ortaçağ’da, ki biri iki bin yıl önceyi, diğeri bin yıl önceyi ifade etmektedir, mülkiyetin ilk biçimi, başlıca, Romalılarda savaşla ve Cermenlerde hayvancılıkla koşullandırılmış olan aşiret mülkiyeti olduğunu, sizin üfürüp-üfürüp ipe astığınız zırvaları çürütürken mecburen ortaya koyduğum gerçekliklerden, artık herkes öğrenmiştir ama sen hâlâ arayıp-arayıp bu gerçeği bulamıyorsun!
Ayrıca, şunu da hatırlatmayı hiç ihmal etmiyoruz ki, antikçağ halklarında aşiret mülkiyeti, devlet mülkiyeti olarak ve bu mülkiyetle bireyin hakkı aşiret mülkiyeti tarzında biricik mülkiyet olan toprak mülkiyeti ile sınırlanmış olmakla birlikte, basit bir zilyetlik olarak görünür; tam anlamında özel mülkiyet, modern halklarda olduğu gibi, eskilerde de kölelik ve komünallik- eski soydan bir Romalı yurttaşın mülkiyeti gibi ortaçağdan çıkan halklarda aşiret mülkiyeti gibi, taşınır mülkiyet ile başlar.

Ve ortaçağdan çıkan halklarda aşiret mülkiyeti, feodal toprak mülkiyeti, taşınır lonca mülkiyeti, manifaktür sermayesi gibi, başka başka evrelerden geçerek, büyük sanayi ve evrensel rekabetin koşullandırdığı katıksız özel mülkiyeti temsil eden, bütün ortaklık görünümlerinden sıyrılmış ve mülkiyetin gelişmesi üzerindeki devletin bütün etkisini bertaraf eden modern sermayeye kadar evrim göstermiştir; işte modern devlet, bu modern özel mülkiyete tekabül eder, özel mülk sahipleri vergiler yoluyla yavaş, yavaş modern devleti ele geçirmişlerdir ve devlet, devlet borçları sistemiyle bütün bütüne onların ellerine düşmüştür ve de devletin varlığı yalnız, borsada devlet değerlerinin yükselip alçalması oyunuyla, özel mülk sahiplerinin, yani burjuvaların kendisine verdikleri ticaret kredisine bağlı kalmıştır.

Özel mülkiyetin komünal mal birliğinden, ortaklıktan kurtulması sonucunda, devlet, sivil toplum (burjuva toplum)yanında ve onun dışında özel bir varlık kazanmıştır; ancak bu devlet, burjuvaların dışarda olduğu kadar içerde de mülkiyetlerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına almak üzere, zorunluluk yüzünden kendilerine seçtikleri örgütlenme biçiminden başka bir şey değildir.
Öyleyse devlet, egemen bir sınıfın bireylerinin, onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün ve egemen kıldıkları bir biçim, içinde bir çağın bütün sivil toplumunun özetlendiği bir biçim olduğundan, bunun sonucu olarak, bitin kamusal kurumlar, devlet aracılığından geçer ve siyasal bir biçim alırlar.

Bu nedenledir ki yasanın iradeye dayandığı kuruntusu somut temelinden ayrılmıştır. Aynı şekilde, hukuk da yasaya dayandırılmıştır.

Ama siz ne yapıyor ve neyi dayatıyorsunuz?

Bu somut temelinden ayrılmış olan, burjuva yasalar ile ve bu yasalara dayandırılmış hukuk ile ki artık, bunlara burjuvazinin yasaları ve hukuku demek mümkün değildir, ama hâlâ egemen sınıfların yasaları ve bu yasalara dayandırılmış hukuku olduğu açıktır, işte siz dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğünün çıkaracağı ve tamı tamına Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçilerinin kırbaçlı köleliliğini tescilleyecek olan bu tür yasalar ile Kürtleri kurtaracağınızı vaaz edip duruyorsunuz ama yine de bütün bunların sorumlusunun Marx, Engels Ve Lenin olduğunda ısrar ediyor, buna gücünüz yetmezse, bu sorumluluğu ve suçu, marxist-Leninistlere yüklüyorsunuz!

Oysa Marxizmin kurucularının yaptığı sadece ve sadece bu tarihsel olguların, tarihsel gelişimini ve yine tarih aracılığıyla açıklamaktır!
Bundan “devletçilik” ya da “devlet severlik” sonucu çıkarmak ancak ve ancak ahmakların işidir; değilse oportünizm işin içindedir!

Yani devleti yaratan da onu kıskançlıkla koruyan da ne Marx, ne Engels, ne Lenin ne de takipçileridir; onların yaptıkları, devletin nasıl ve ne şartlarda tarih sahnesine çıktığını tarih aracıyla tanıtlamaktır ve yine aynı tarih aracıyla devletin tarih sahnesinden nasıl ve hangi şartlarda çekileceğini de tanıtlamışlardır!

Ve ama işte apaçık görülüyor ki ve de bir önceki mektubumda da üstüne bastırmıştım ki, sen hâlâ, bu aşiret komünlerinin, en çok da Rusya’daki köy komünlerinin “silinmesine” eşlik edenlerin, hatta başını çekenlerin Marx, Engels ve Lenin olduğunu hatta onlara Vera Zasuliç’in de katıldığını ve hatta Rusya’da kapitalist modernite’ nin onların dahli ile kurulduğunu bile düşünüyor ve düşündürtmeye çalışıyorsun!

Dolayısıyla dün Kürtleri her açıdan silahsızlandırmak isteyen ABD emperyalizminin bu isteğinin Kürt hareketini tasfiye etmek için olduğunu ifade edip lanetleyen Öcalan’ın şimdi buna harfiyen uyduğunu ve artık ABD emperyalizminin istediği kıvamda bir renkle Ortadoğu’da rol almaya hazır olduğunun açık mesajlarını verdiğini görmezden gelerek, bunu Türkiye’nin devrimcilerine ve daha çok da Kürt hareketini ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesinin peşine taktığınızı Kürt halkına göstermeyi borç bilen devrimcilere mal ediyorsunuz ki, yalanın ve demogojinin ölçüsüzlüğü ancak bu kadar olur!

Diğer yandan işin içine sendikayı da karıştırarak ve sanki sendikaların silahsızlandırılmasının sorumlusu Türkiye’nin devrimcileri imiş gibi yansıtarak, onca zamandır, Türkiye’nin işçi sınıfını ve emekçilerini bütün savunma ve mücadele mekanizmalarından yoksun bırakan, bu anlamda silahsızlandıran dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğü ile sırf Kürt zenginleri Türkiye’nin zenginleri ile iş tutup daha çok zengin olsun ve buradan dökülen kırıntılarla da Kürt halkının kandırılması kolaylaşsın diye ittifak kurduğunuzu gizlemeye çalıştığınız da gözlerden kaçmıyor!

Gerçi biz, DİSK’in, CHP üzerinden Türkiye’nin tekelleşme sancıları çeken burjuvazisine teslim edilmesinde, TKP’nin sabık yöneticisi Nabi Yağcı’nın ve onunla birlikte başka kurmayların özel çabaları olduğunu biliyoruz; ama bu zat-ı muhteremlerin, dün de ondan sonra da ve şimdi de bir gram devrimcilik taşımadıklarını da biliyoruz ve şu an bulundukları yer tam da sizin bulunduğunuz yerdir ve bu, bir tesadüf değildir!

Diğer yandan ve eminim sen de hatırlıyorsun, sık sık yineliyorum ama sağır numarası yapandan daha sağırı olmadığı için duymanızı hiç beklemedim ve gerçekten de duymuyorsunuz, Kürt halkı, Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçilerinin, dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğü altında ezilmesi pahasına, henüz gerçek içeriğini de tam olarak bilmediği “Kürt kurtuluşuna” prim vermez derken, tam da buna işaret ediyordum!

Ve evet “kavga ekmek içindir” ve bunun içindir ki bu kavga sınıf kavgasıdır; ama bunun ekmek kavgası olduğunu söyleyip, sonra da “sınıf mücadelesi de neymiş, artık böyle şeyler demodedir” demek ancak ve ancak oportünistlerin ve sosyal-şovenistlerin, en tam ifadesiyle ABD emperyalizminin “dost”luğundan medet bekleyenlerin kuruntusudur!

Ve işte bunun için de, zaman zaman “ekmekten önce onur gerek “ diye hatırlatır durur gerçek devrimciler!

Yani evet,”ekmek için kavga” doğrudur ama ekmek için o ekmeğe göz diken ve ilk fırsatta geri alacak olanlarla uzlaşmak yanlıştır, bu göz göre göre yapıldığına göre Kürt halkına, Kürt devrimcilerine ihanettir!!

Kaldı ki, bu kavgada Kürt halkına düşecek bir ekmek kırıntısı da görülmemektedir ki, ekmekler somun – somun, yalnızca Kürt egemenlerin beklentisinin konusudur.

Dolayısıyla Kürt yoksul emekçi halkının yoksulluk katsayısında bir düşme ihtimali bile söz konusu değildir!

Ve bu oportünizm batağında debelenen sizler, Kürt coğrafyasındaki ve elbette Ortadoğu’daki bu ekmek kavgasının, tamı tamına bir emperyalist savaşın ifadesi olduğunu ve burada taraflar, ABD-AB emperyalizmi ile işbirlikçilerinin cephesi ve bu cepheye karşı olan bütün ezilen ve sömürülen halklar ve devletler olması gerekirken, bunu görmezden geliyorsunuz!

Ama aynı zamanda hem ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri ile ittifak halindesiniz, üstelik IŞİD saldırılarına karşı onlardan silah ve yardım talep ediyorsunuz, hem de “ulusal kurtuluş”tan dem vurup, bunun formülü olarak da “devletsiz bir komün”ü işaret edip, bunun da Sovyet sosyalizminden daha “ileri” ve “bilimsel” olduğunu iddia ederek kendinize bir de sosyalist renk veriyorsunuz!

Hatta ve hatta bu sosyalizmden ”ileri” olduğunu iddia ettiğiniz “komün”ünüzü tedrici olarak, yani reformlarla ve kapitalizm koşullarında ama “demokratik” ve “hukuki” bir kapitalizm koşullarında, ”demokratik ulus” inşa ederek, yani Kürt halkını emperyalizmin ve işbirlikçilerinin yardımı ile dönüştürerek gerçekleştireceğinizi vaaz ederek, dünyaya nur gibi ”demokratik” komünler yağdırmaktan söz ediyorsunuz!

Bütün bunlar,”siz kimi kandırıyorsunuz?” dedirten cinsten köylü kurnazlıklarıdır ki ABD emperyalizmi ile karşı cephede olmamak için ipe un sermek ya da “yerim dar” demektir!

Üstelik mademki kuracağınız toplumsal yapı daha “ileri” ve daha “sosyalist” bir düzen olacak, bu neden sosyalizme karşı son derece yüksek bir nefret taşıyan ABD emperyalizmini ve eş başkanlığını yürüten 12 Eylül dinci-gerici –faşist diktatörlüğünü ürkütmüyor ve bu daha “ileri” sosyalizminize göz yumuyor da; neden Rojava’da, Ayn el Arap’da Kürtlerin ilan ettiği “kanton”lara tahammül göstermeyip, IŞİD’i üzerlerine sürüp, sonra da kurtarıcı rolüne soyunuyor ve planlar-mekanizmalar-ittifaklar kurarak, IŞİD’ten, bütünlüklerine sözde “saygı duydukları” devletleri ve Rojava’lı Kürtleri kurtarmak için “özveri” gösteriyor?

Tabii ki her zaman olduğu gibi, ABD emperyalizmi, son tahlilde, ilk çağ devleti tarafından köleliğin tanınmasından başka bir şey olmayan yüce “insan hakları” adına yani emperyalizmin hak gördüğü çıkarları için ve en ucuz ithal maddesi olan asker kaputu giymiş işçi ve emekçi halk çocuklarını IŞİD canavarının karşısına dikerek kendi çıkarları için “özveri” gösteriyor!

Ve siz ABD’nin bu “özveri”sinin, insaniyet namına olduğundan hareketle kendinize yontuyorsunuz! Bundan daha ilginç politik ahmaklık olabilir mi? Değilse, dediğim gibi, işin içinde oportünizm vardır; o varsa ihanet diz boyudur ve Kürt halkı bunun farkındadır, olmayanlar da pek yakında olacaktır!

Ve bütün bunlar, hepsi birden, bir bütün olarak,”KÖH”ün hızla girdiği 12 Eylül dinci-gerici-faşist diktatörlüğünün karanlığından ABD emperyalizminin bu bölgedeki politikalarının en sadık ve en silahlı gücü olmaya hazırlandığını göstermektedir!

Ve ne komik ki, hâlâ “silahı olanın ekmeği” olur diyorsun!
Ve Kürtlerin ne kadar ekmeğe sahip oldukları sorusu bir yana, ne demek istediğini eminim kendin bile bilmiyorsun, yeter ki yalan ve demagojilerini çiftleştirecek akla yatkın sözler bul, yeter ki bu çiftleştirmeden doğurttuğun ucube ifadeler ile Kürt halkının, Kürt hareketine yüzünü dönmüş gençlerin aklını karıştır, gerisi önemli değil öyle değil mi?

Ama doğru, bu kavganın bir ekmek kavgası, bir sınıf mücadelesi ve bir emperyalist savaş olduğunu idrak eden her devrimci bilir ki ve bunu bildiği için bu gerçekleri idrak eder ki, her sınıflı toplumda, ister kırbaçlı köleliğe ve serfliğe, ister şimdi olduğu gibi ücretli köleliğe dayansın, ezen sınıf her zaman silahlıdır ve ezilen sınıfın her zaman silahsızlandırılması için çabalar!

Bu gerçekliğin şimdilerde çok net olarak,bir fotoğraf misli önümüzde durduğu, hatta burnumuzu gıdıkladığı hepimizin malumudur!

“Tek bir isyanı dahi örgütlemeye kalkmadınız, tüm isyanlara da karşı çıktınız “ derken muhtemelen bunu, en çok “KÖH”ün yanlış politikalarına ve bunun ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olduğunu bile isteye uygulamaya çalıştığına işaret eden devrimciler için iddia ediyorsun ki, hâlâ kuruntu içinde olduğunu ve bu kuruntunun, kendinizin üretip kendinizin inandığı ama gerçekliği olmayan bir iddianın kuruntusu olduğunu artık herkes görebiliyor!

Alkışçılarını ayırıyorum ki, onlarda da önemli bir azalma olduğu gözlerden kaçmamaktadır!

Ve bunları derken, yaptığınız sadece ve sadece, Marksizme karşı Blankicilik suçlamasını ileri sürerek, acıklı bir ün kazanan oportünizmin büyük ustası Bernstein’ın yoksul “fikir” lerini Marxizm’in önüne koymak ve bu şekilde en devrimci fikirler imiş gibi kafalara kakmaktır; böylece Blankicilikle suçlayarak bertaraf edilemeyen Marxizm’i, Blankiciliği becerememekle suçlayıp bertaraf etmeye çalışıyorsunuz!

Bu cümlenin kıvrımlarında Blankist isyancılara düzdüğün methiyenin izlerini görmek zor değil ve Marksizmin çarpıtılmaları arasında, en kötü niyetlerden birinin bu kıvrımlarda olduğunu da bu vesileyle bir kez daha görmüş oluyoruz!

Yani işinize geldiğinde, ayaklanmayı bir sanat olarak gördükleri için Marxizmi Blankicilikle suçlarken, işinize gelmediğinde, gene ayaklanmayı bir komplo olarak değil, bir sanat olarak gördükleri için aynı Marxistleri, ayaklanma konusunda beceriksiz ve isteksiz olmakla suçlarsınız!

Oysa bu kuruntularınız bir çarpıtma telaşınızın doğal sonucudur ki, gerçek çok farklıdır!

O nefret ettiğiniz Marx’a ve Marxistlere göre bu iş şöyledir BORGA birader:

Birincisi, başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır.

İkincisi, ayaklanma halkın devrimci atılımına ve katılımına dayanmalıdır.

Üçüncüsü ise, ayaklanma, yükselen devrim tarihinin halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir.

Ayaklanma sorununu ortaya koyma biçiminde, Marksizmin blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır.

Yani Lenin böyle diyor ki çok doğrudur!

Ama size göre, nedense işinize gelmediği zaman, bunlar, Marxistlerin, ipe un sermelerinin bahanesidir!

Ve bu koşulların ne anlama geldiğini, özellikle de sınıfsal zeminden çok uzak olduğunuz için kavrayamadığınızdan, her gördüğünüz kıpırtıyı veya fırsatı, “ayaklanma” ve hatta “devrim” olarak görme kuruntusundan kurtulamıyorsunuz!

Gölgeler içinde gördüğünüz kıpırtıların arkasında hangi çalkantıların olduğunu görmediğiniz zaman siz Blankist baylar, bu kıpırtılara, ondan ürken düşmanlarının dediği gibi,”komplo” diyerek, o çok “düşman “ olduğunuz devletin önüne kalkan oluyorsunuz; ama gölgelerin içinden ortaya çıkan çalkantıları görünce ve artık bu çalkantılar zaptı rapta alınınca, en cabbar isyancı oluyor, bu çalkantıların yanında olmanın getirisini kimseye kaptırmak istemiyorsunuz!

İşte bütün bu, yalnızca yaklaşık ve yalnızca, yaşadığımız anda, eğer ayaklanma bir sanat olarak görülmezse, Marksizme bağlı kalınamayacağı, devrime bağlı kalınamayacağı olgusunu aydınlatmaya yönelik olarak hatırlattığım şeyleri görmezden gelirsen,“Tek bir isyanı dahi örgütlemeye kalkmadınız, tüm isyanlara da karşı çıktınız.” Demen, hem kolay olur ve hem de komikliği yanında, bu vesile ile taraftarlarını ikna etme konusunda bile acz içinde olduğunu açık etmiş olursun!

Kürtlerin “İsyan” tarihine ise hiç girmiyorum; eğer girersek emin ol ki kuruntularının ne denli temelsiz olduğunu ve ne tür bir isyandan söz ettiğini, kendin bile görüp şaşırabilirsin!

İşte bir tane daha, temelsiz ve acz içinde olma durumunuzu açık eden bir komik iddia daha:

“Türlü çeşit bahaneyle yarattığımız bir devlet ve sistemi varmış ve buna desteğimiz erirken, savunanı hızla azalıyor” muş ki buna kargalar bile güler!

Oysa daha yeni, devletin düşünülemeyecek bir zamandan beri var olan bir şey olmadığını; işlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumların var olduğunu; toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi gelişme aşamasında, bu bölünmenin, devleti bir zorunluluk durumuna getirdiğini; şimdi, üretimde, bu sınıfların varlığının yalnızca bir zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, üretim için gerçek bir engel olduğu bir gelişme aşamasına hızlı adımlarla yaklaşıyor olduğunu; bu sınıfların, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacak olduklarını; onlarla birlikte, devletin de kaçınılmaz bir biçimde yok olacağını hatırlattım ve gerisinin sizin kuruntularınız olduğunun altını bir kez daha çizdim ama siz hâlâ utanmadan, sıkılmadan, bu günlerde neredeyse kanka olduğunuz devletin “en sadık savunucuları” nın ve hatta “yaratan” ın bile biz olduğumuz yalanını işkembe-i kübradan fırlatıp duruyorsunuz.

Ve o kadar öyle fetiş yaklaşıyorsun ki, bunun, akılla veya akıldan yoksun kalmayla ilgisi olmadığını, sadece ve sadece oportünistliğin ölçüsünün kaçmış olmasından kaynaklandığını düşünmek haksızlık olmayacaktır!

Evet, haklısın ki, bunlar da doğrudur, yani bu toprakların üzerinde devrim kelebekleri uçuşurken ve şimdi ayakta tuttuğunuz 12 Eylül rejiminin en güçlü olduğu bir zamanda, Türkiye’nin devrimcilerini ezdiği için böbürlendiği bir zamanda hiç beklenmeyen bir anda ve yerde isyan eteşi yükselirken, Türkiye’nin bu ezik devrimcileri, bu kelebekleri de, isyan ateşini de görmediler; gördü iseler bile ciddiye almadılar, ya da Öcalan’ın deyişiyle ondan korktular ve eyvah “devletimiz” elden gidiyor, uzak duralım dediler!

Ve yine evet, bizim çok “devrimci” ve “sınıf sendikacıları”, güçlerinin en yüksek olduğu bir zamanda, 15-16 Haziranları boğmaya çalıştılar ve bu vesile ile bütün fabrika kalelerinin düşürülmesinde egemen sınıflara büyük kozlar verdiler, bu noktada çok haklısın!

Ve ben zaman zaman Aziz Nesin’in “Büyük Grev” öyküsünü hatırlatarak, o büyük sendikal ihanetin içine kimlerin girdiğini ve bunların hâlâ yüce sendikal peygamberler, kutsal işçi liderleri misli göklere çıkartılarak anıldığını hatırlatır dururum!

Ama el insaf be birader, ne bu hatırlattıklarıma açıksınız, ne de bu lanetlediğiniz devrimcilerle ittifak kurmaktan bir adım bile geri duruyorsunuz!

Bütün bu haklı olarak lanetlediğiniz ezik “devrimciler” i ve çok matah imiş gibi onların mirasını paylaşamayıp, oyuncağını kaptırmış yaramaz çocuklar misli kavga eden ardıllarını etrafınıza toplayıp, ya da çatınızın altına alıp,”KÖH”e de, HDP’ye de sol renk vermeye çalışan siz değil misiniz?

Hangisi, Mahirlerin ya da Kaypakkayaların anılarını yüksek tutmuştur?

Elbette hiçbirisi; ve yüksek tuttukları, onların resimlerini yerleştirdikleri ve vitrin misli ellerinde taşıdıkları dövizlerden başka bir şey değildir!

Ve evet, bunda da haklısın ki, gerçek devrimciler, bu sonunda ezikliği bir politika belleyen sahtekâr devrimcilerin politikalarına ve sahtekârlıklarına isyanla ortaya çıktılar!

Ve işte sizin etrafınızda pervane olmayanlar bunlardır ama resmini çizdiklerin, ezikliklerinden hiçbir şey kaybetmeden yanınızda olmak için birbirleriyle yarış halindeler; çünkü, en yüksekte görünen şimdi “KÖH” ateşidir; hem birçok getirisi var ve hem de en güvenli yoldur; çünkü o sizin cenk açtığınızı söylediğiniz devletin en resmi politikası ile pek bir senkronizedir; kim bu getirisi büyük yükselen dalganın yanında ve üzerinde yer almak istemez!

Oysa bu ezik “devrimciler”, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, dolayısıyla Kürt halkının yükselişe geçtiği bir zamanda, Kürtlerin yanından bile geçmiyorlar, gördüklerinde, Kürtlük bulaşmasın diye selam bile vermiyorlardı ve emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Kürtlere yönelik her türlü düşmanlığını kutsamayı ihmal etmiyorlardı!

Şimdi, bu yükselişi söndüren ve bütün kazanımlarını, ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesine gömen “KÖH”’ün yanında olmayacaklar da kimin yanında olacaklar?

Bunların dışında kalan pek çoğu ise, ya “KÖH”ün yanında imiş gibi, ya da “KÖH”ün politikalarına karşı duruyormuş gibi yaparak, yani kısaca, değerli bir şair arkadaşımın deyişiyle ” mış” gibi yaparak “devrimci” liklerini pazarlamaktadırlar!

Yani evet, çok haklısın, bu topraklarda devrimcilik, bu ezik ve egemen sınıfların dümen suyunda, 12 Eylül rejiminin getirisi büyük olan kapılarında, mesela “demokrasi” festivallerinde veya şölenlerinde, senin deyiminle,”köle ruhlu ideolojileri” ile tekellerin ideolojik tetikçiliğine hazırlanarak, güvenli bir şekilde muhalefet yapan; yani “mış” gibi takılan “devrimciler” e rağmen mümkün oldu.
Ama BORGA kardeş, HDP’nin çatısını kaldırırsan, altında bunlardan yani bu “mış” gibi yaparak “devrimcilik” oynayanlardan çok fazla olduğunu, hatta hemen hepsinin onlardan olduğunu görebilirsin ve o Kandilden tehdit ettiğiniz ÖDP’ nin de izlediği rota, en azından başını tutanların ÖDP ’ yi götürdüğü rota, bunlarınkinden farklı değildir!

Onları gördüğün zaman da, üfürüp-üfürüp ipe dizdiğiniz yalan-yanlış lakırdılarınız karşısında dayanamayıp, seninle ve diğerleri ile karşı karşıya gelip, gerçeklere kalkan olan, siz üzerini örttükçe, bir ucundan açıp, görmek isteyenlere, bu gerçeklere sahip çıkmak isteyenlere gerçekleri gösteren devrimcilerin, işte tam da senin dediğin gibi, bu “mış” gibi takılan sahtekâr “devrimciler” in içinden ve onlara rağmen çıkan devrimciler olduğunu daha net anlayacaksın!

Tabii anlaman için, senin de onların içinde olmaman gerekmektedir; içinde isen tez ayrılman gerekmektedir ve emin ol pek yakında nerede olmak istediğini bizzat kendin açık etmek zorunda kalacaksın!
Ve herkes bilir ki, gerçek devrimciler için, “KÖH” değil, Kürt halkının devrimci kurtuluş hareketinin başarıya ulaşmasıdır önemli ve belirleyici olan; ve bu iş, en güzel, en vurgulu isimler takınılarak değil, ancak ve ancak, gerçek sınıfsal politika sanatı ve aynı anlama gelmek üzere savaş sanatı ile mümkündür; “KÖH”, ancak, bu başarıyı gerçekleştireceğinin işaretlerini verdiği zaman, bu sanata eriştiğinin işaretlerini gösterdiği zaman önem kazanacak ve kimin gerçekte ne istediğini, neyin yanında yer aldığını, işte ancak o zaman herkes anlayacak ve görecektir!

Verecek mi bilmiyoruz ama o vermezse, diyalektiktir, mutlaka başka bir yerden, hatta kendi içinden bile bu işareti veren uçların filiz vereceği, hatta fışkıracağı açıktır!

Fikret Uzun
11-Ekim-2014

Kobane ve çaresiz emperyalizmin son oyunları 1

Kobane ve çaresiz emperyalizmin son oyunları 1
BORGA kardeş,

Artık eminim, ne dediğimi, ne için dediğimi çok net ve açıklıkla anlıyorsun ve ama işine geldiği gibi anlıyor görünüyorsun ve bu işine gelenin üzerinden üfürüp-üfürüp ipe asıyorsun!

Ne, dediklerinin asıl konu ile ilgisi var, ne de dediklerinle anlatmak istediğin arasında bir paralellik var; ama herhalde bu şekilde, dediklerimi çarpıtmak, gerçeklerin üzerini örtmek ve artık yalan hali sırıtan lafebeliklerinize kılıf bulmak kolaylaşır sanıyorsun!
Bununla da, sana ne anlatılırsa anlatılsın kesinkes gerçeklerin cellâdı olmaktan vazgeçmeyeceğini ve yalan ile gerçek arasındaki bulanıklıktan kurtulmak istemediğini görmemiz kolaylaşıyor!

Diğer yandan, senin bu bulanıklığa aşkla bağlı oluşunu gördükçe hep nafile çaba içinde olduğunu düşünüyorum ama gene de seninle polemik yapmaktan kurtulamıyorum; çünkü o kadar öyle temelsiz laflar ediyorsun ki, ister istemez ninem aklıma geliyor ve bu kadar darlık olur mu, bu kadar darlığa rağmen bu kadar üfürülüp ipe asılır mı diye diye kendimi tutamayıp, bu ipe astıklarının, tam da ninemin dediği misli olduğunu göstermekten kendimi alamıyorum!

BORGA kardeşim,“Farz edelim ki, sırf bir Amerikan reçetesi olan Kürt “kurtuluşu”nu Kürt halkına dayatmak ve buradan hareketle dört parçayı birleştirip Kürtleri bu bölgenin hükümranı yapmayı hesap ederek, yani ABD’yi ters köşeye yatırmayı planlayarak, ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olduğunuzu ve bunun açıkça anlatılabilecek bir politika olmadığını ama Kürt “kurtuluşu” için buna mecbur olduğunuzu anlayışla karşıladık ve bütün “demokratik” ön ekli parolalarınızı iyi niyetle değerlendirdik ama gene de ters giden bir şeyler olduğu apaçık ortadadır ve en önemlisi de, dünyanın en azgın ve sicili en bozuk canavarı olan ABD emperyalizminin en zayıf ve çaresiz olduğu bir zamanda, ona ilaç gibi bir çare olacak olan “Büyük Kürdistan” politikaları ile senkronize olmayı, sırf “kurtuluş” için sineye çekilecek bir politika sayıyorsanız, pekâlâ, ABD emperyalizminin, bu tek dişi kalmış canavarın kalan dişini de sökmeye kararlı olan ve dertlerinin sizin de hayalini kurduğunuz bir “kurtuluş” olduğu açıkça görülen bu birikmiş ve öfkeden dişlerinin üzerinde de diş çıkmaya başlamış güçlerin güçlerini de yanınıza alarak ABD emperyalizmini bu bölgeden defedip, ABD emperyalizminin pax’ı yerine, halkçı-devrimci ve sosyalizme açılan bir kapıdan içeri giren mazlum halklarla ve onların en devrimci unsurları ile birlikte ve bu gücün devrimcileştirici, değiştirici, dönüştürücü gücünün garantisi ile birlikte kurulacak bir barış için harekete geçmeyi de politika saymanızda bir sakınca olmamalıdır ki, birincisinin çıkmaz sokağa götürdüğü apaçık ortadadır ve ikincisinin ise tarihin mantığına pek yakın olduğu fazla zekâ gerektirmeyecek denli kolay görülmektedir!” demiştim ve:

“Öyleyse neden lafları dolandırıp duruyorsunuz; iplere neden un serip, un yoksa ninemin dediği gibi o***p –o***p, ipe asıyorsunuz?” eklemiştim ve sonra da aşağıdaki bir dizi cümleyi kurarak sorular sormuştum!

“Acilen tarihin mantığı ile senkronize politikalar üretmek ve bu politikaları kuyumcu ustası gibi işleyerek Kürt halkını daha bir devrimcileştirmek ve vazgeçilmez tarihsel çıkarları etrafında ama ABD emperyalizmine ve kapıda ve de içinde olduğunuz 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı osmanik-islamik faşist diktatörlüğünün karanlığına karşı mücadele kararlığına uyandırmak için, yüzünüzü Türkiye’nin asıl devrimci ruhuna, asıl kararlı kitlesine dönerek, tarihe altın harflerle yazılacak ve belki de Vietnam devrimcilerinin kahramanlıkları yanında, politikadaki sanatkârlıklarını da sollamış bir ulus olarak geçecek şekilde, Türkiye’nin ve bölgenin devrimini açığa çıkarmak için öne çıkmanız daha akıllıca değil mi?“

“Hani Kürt halkının makûs talihini değiştirecektiniz? Hani ağalık, derebeylik, aşiret mülkiyetinin kalıntılarını ortadan kaldıracaktınız? Hani mazlumun mutluluğu ve kurtuluşu için hep zalimin karşısında olacaktınız? Hani Kürtleri tasfiye etme planlarına prim vermeyecektiniz? Hani Kürtleri ki feodal kalıntılardan temizlemekle bağlı olduğu açıktır, kadın özgürlüğünden başlayıp, her anlamda devrimci bir yapıda değiştirip, dönüştürecektiniz?”

“Hani bir elinizde Ho-Şi-Min, diğer elinizde Türkiye’nin devrimci gençliğinin şanlı geleneği vardı? Hani yüzünüzü son tahlilde sosyalizme ve Marxizm-Leninizm’e çevirmiştiniz? Hani sizi bundan ABD emperyalizminin ince ve nazik davetleri de kaba-saba saldırıları da vazgeçiremezdi?”

“Öyleyse neden daha “bilimsel” ve daha “demokratik” bir “sosyalizm”den dem vuruyorsunuz ve bunu ille de “demokratik” vurgusu ile öne çıkardığınız bir ortaklık düzenine, “komün”e sığdırmaya çalışıyorsunuz da; daha önce dediklerinizi neden artık dilinize bile yakıştıramıyorsunuz?”

“Öncekilerden vazgeçtiğiniz için olmasın? “demokratik” ekleri bunun tescili için olmasın?“

“Yoksa niye hem bir taraftan “KÖH”ün sosyalist hareket olmadığını öne çıkarıp, diğer yandan KCK’ sözleşmesine, tepeden, yasalarla verilen “demokratik” ön ekli “özerkliği” hem “bilimsel” hem “demokratik” hem de “sosyalist” bir düzen olarak kaydedesiniz ki?”

“ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olmakta kararlı olduğunuzu göstermek için olmasın?”

“Marxizm-Leninizm’den de, sosyalizmden de çoktan vazgeçtiğiniz için olmasın?”

“Velhasıl söylemeye dilim varmıyor ama ABD emperyalizminin gücüne teslim olmakta ikbal gördüğünüz için olmasın?”

Bu ifadelerimin hiçbirisine, varsa itirazın, cevap vermedin, yanlış olduğunu ya da eğer öyleyse, neden ölmüş, çürümüş mevzular olduğunu ortaya koyarak bizi aydınlatmadın; dahası, sorduğum soruların birini bile cevaplamadın.

Ve şimdi, kalkmış, “Köle ruhlu ideolojiler, düzene payanda olmanın ötesine geçemezler” diyorsun ki aslında çok doğru söylüyorsun ama belli ki bunu bana mal ediyorsun!

Neden bana mal ediyorsun bunu anlamak zor ve kuvvetle muhtemel ki baskın çıkmak istiyorsun; oysa öteden beri tam da bunu anlatarak size ayna tutuyorum ve işte geldiğiniz nokta burasıdır ama gel gör ki aynadaki suretini görmüyorsun, onun yerine karabasan gibi benim suretimi görüyorsun!

Neymiş? “Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğu” cümleciğim benim bu köle ruhumu ele vermişmiş!

Peki dediklerim sadece bu cümlecikten mi ibarettir ve diğer dediklerimi neden görmezden geliyorsun?

Çünkü hepsini bir bütün olarak ele alsan, aynadaki suretini görmemezlik edemeyeceksin ve bu aynada gördüklerini baskın çıkmak için bana mal edemeyeceksin!

Çünkü o zaman, bu sözcüğün gerçek içeriği kabak gibi ortaya çıkacak ve hiç de senin kuruntularına neden olacak bir içeriğe sahip olmadığı görülecek!

Çünkü ben, hiç kimsenin, en azından Türkiye’nin gerçek devrimcilerinden hiç kimsenin, Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğunu onlardan esirgemek için çalışmadığını; aksine onların hak ettikleri mutluluğa gerçek anlamda erişmeleri için ellerinden geleni yaptığını ve “KÖH” e ve de bu çerçevede sürdürülen yanlış ve hatta egemen sınıfların işine yarayan, onların ellerini kuvvetlendiren, politikaları ile senkronize olan politikalarına yönelttikleri eleştirileri ve uyarılarının da bu temelde olduğunu; yani bu eleştirilerin onları kandıranlara karşı, Kürt halkının çıkarlarını korumak için olduğunu söylüyorum.

İşte sen, dediklerime itirazın varsa, bunu dile getireceğine, yani eğer inandığın Türkiye’nin gerçek devrimcilerinin, Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğunu onlardan esirgemek için çalıştığı ise; onların hak ettikleri mutluluğa gerçek anlamda erişmeleri için ellerinden geleni yapmadığı ise, bunu kanıtlayan itirazlarını ortaya koyacağına, diline doladığın tek bir cümlecik ile benim niyetimi okumaya veya kendi istediğin şekilde okutmaya çalışıyorsun!

Devamında dediklerim de var ve şöyledir:

“Diğer yandan “KÖH”ün icraatları çerçevesinde sürdürülen bu politikaların, aynı zamanda, Kürt halkının devrimcisizleştirilmesi, hatta gericileştirilmesi ve itaatkâr bir dinamiğe kavuşturulması yönünde de etkili olduğunu gözlemlediklerini, Türkiye’nin devrimcileri ısrarla vurguluyor ve ısrarla eleştirel bir şekilde Kürt halkını ve gerçek devrimcilerini, devrimci-demokratlarını uyarıyorlar.”

“Buna karşın, önümüze aniden koyarak dayattığınız “Demokratik” komün’ünüzün veya özerkliğinizin ilkel bir aşiret komünü rengi verdiğini ve ısrarla daha “bilimsel” ve daha “demokratik” ve de daha “sosyalist” bir renk vermeye çalıştığınız bu özerkliğin, aslında kâr’a ve mülkiyete dokunmadığını gördüklerini de gösteriyorlar ki bu nedenle bu dayattığınız “demokratik” ön ekli özerkliğinizin, gerçekte “KÖH” ün egemen sınıfların politikaları ile senkronize olan politikalarının “sosyalist” renk ile kaplayarak, Kürt halkını gericileştiren ve devrimcisizleştiren ve de itaatkâr bir dinamiğe sürükleyen karakterini gizlemek için olduğunu, devrimciliklerinin yüklediği sorumlulukla açık olarak ifade ediyor ve eleştirerek, bunun yanlış bir yol ve yöntem olduğunu vurguluyorlar!”

“Siz ise hâlâ, aşiret toplumunun, sosyalist toplumdan ve daha çok da Sovyet sosyalizminden daha üstün olduğunu, sırf önüne “demokratik” eki koyarak ve daha “bilimsel” olduğunu iddia ederek, komün-özerklik üzerinden kanıtlamaya çalışıyorsunuz ki bir TKP artığı olan ve sanki TKP yönetiminde iken “başarılı” ve “doğru” icraatlar gerçekleştirmiş gibi, şimdi Kürt hareketinin teorisyenliğine ama daha çok da Öcalan’ın tilmizi olma rolüne soyunmuş olan Veysi Sarısözen bunu Öcalan’dan aldığı feyz ile veya işaretle bir doz daha ileri götürerek, “sosyalist toplumun ümmet toplumu ile özdeş olduğunu” da vaaz etmiştir ve hiç yüzü kızarmamaktadır!”

“Ve işte, hâlâ buradayız ve ben ne anlatıyorum, sen neyi ıspat etmeye çalışıyorsun!”

Peki, bu dediklerime bir itirazın var mı, ya da yok mu? İşte bunu göremiyoruz!

Sadece, “Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğu “ cümleciğini diline dolayarak, buradan benim “düzene payanda olmaktan öteye gitmeyen köle ruhlu bir ideolojiye sahip olduğumu” ve bu cümleciğin de bu “köle ruhumun bir yansıması “ olduğunu iddia ediyorsun!

Bunun, tribünlere oynamaktan başka bir anlamı var mı? Elbette ki yok! Ama tribünlerde “inanıyorum, öyleyse BORGA doğru söylüyor” doğmasına tutsak olanlar varsa işte o zaman anlamı oluyor ve akılda kalan da “düzene payanda olan köle ruhlu bir ideoloji sahibi “ oluyor!
Ama atladığın bir şey var ve o da tribünleri sadece o doğmaya tutsak olmuş bireyler doldurmuyor! Dolayısıyla akıl taşıyan bireylerde var ve senin bu kurnazlıklarını çok net görüyorlar!

BORGA kardeşim, neden dobra olmuyorsun, buna delikanlılık, yiğitlik de der halkımız, dediklerim net değil mi, bunların neresi ölmüş ya da çürümüş, her yerde bu dediklerim konuşuluyor, tartışılıyor ve bu nedenle manevralarınızın bini bir para!

Çok mu zor, eğer bu dediklerime itirazın varsa, şu şu nedenlerden ötürü dediklerin yanlıştır demek ve doğrusunu dayanakları ile göstermek?

Bunu gösteremediğin için türlü bahanelerle hem dediklerimin ve hem de dediklerimle işaret ettiğim gerçeklerin üzerini örtmek daha yüce bir görev senin için öyle değil mi?

Peki, sorun çözüldü mü; dediklerim yanlış mı doğru mu; neden yanlış, doğrusu nedir? Görebildik mi?

Tabii ki hayır!

Ama BORGA’ya göre daha önemli sorunlar var ve dediklerimin uzunluğunun “biçimsel” olması bu sorunların en önemlisidir; çünkü sürekli aynı şeyleri yazıyormuşum ve üstelik bu da beni Troçki’nin kötü kopyası yapıyormuş!

Dediklerime ne için itiraz ettiğini, neresinin yanlış olduğunu, doğrusunun nasıl olduğunu gösteren tek bir kelime sarf etmeyen BORGA, beni Troçki’nin kötü bir kopyası yaparak tribündekileri coşturuyor ve “yaşa BORGA abi!” yollu haykırtıyor!

Peki, bununla bir yere varılır mı? Takdiri, akıl taşıyanların dikkatlerine bırakıyorum, BORGA’nın alkışçıları ise ilgi alanımda değildir; çünkü onlar belli ki, dediklerimin içeriğine değil, BORGA ağabeylerinin, muhtemelen hiç anlamadıkları, ipe astığı üfürüklerine alkış tutuyorlar!

Öyleyse, bir küçük özetin özeti ile toparlayıp, aslında ne dediğimin apaçık ortada olduğunu ve aslında gerçekten iyi niyetli ve gerçekten Kürtlerin kurtuluşu için kendini paralayan herkes için bu dediklerimin çok açık ve net olduğunu ve Kürt halkı için daha da net ve anlamlı olduğunu vurgulayarak, BORGA’nın bu konudaki kuruntusunu yüzüne vurarak devam edelim:

Evet, gerçekten, kuruntu mu yapıyorsun, bir algı sorunun mu var, yoksa lafebeliğinde sınır tanımama denemesi mi yapıyorsun? Bunu bilmiyorum ama bu “cümlecik”, yani “Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğu “ cümleciği, “bir dizi halkın mutluluğu ise gecikmemiştir, yani daha çok zamanı vardır.” Anlamını vermez!

Tam tersine “bir dizi halkın, sonrasında gene mutsuzlukla yüz yüze olmalarından bağımsız olarak, bu mutluluğu elde ettikleri” anlamını verebilir; ama konumuz bu değildir!

Ve bu cümleciği bunun için kurmadığım açıktır!

Bu cümleciği, Kürt halkının haklı ve gecikmiş mutluluğunu (kurtuluşunu),Türkiye’nin gerçek devrimcilerinden hiç kimsenin, onlardan esirgemek için çalışmadığını; aksine onların hak ettikleri mutluluğa gerçek anlamda erişmeleri için ellerinden geleni yaptıklarını ve bu nedenle de “KÖH”ün yanlış ve ABD emperyalizminin ve 12 Eylül rejiminin dinci-gerici-faşist diktatörlüğünün politikaları ile senkronize olan, dolayısıyla ellerini güçlendiren politikalarını eleştirdiklerini vurgulamak için kurduğum açıktır!

Yani Türkiye’nin devrimcilerinin, Kürtleri yanlış politikaların peşine takanlara karşı, Kürt halkının çıkarlarını korumak için, Kürtlerin yanında olduklarını vurgulamak için kurduğum açıktır!

Bunun “kapitalist moderniteyi dayatma” ile ilgisi olmadığı da apaçık ortadadır ve hâlâ ısrar ediyorum, bu sadece gerçeklerin üzerini örtme konusunda çaresizliğinizin daha da arttığını gösteriyor!

Ve siz modernite’nin “demokratik” olunca kapitalist olmaktan kurtulamayacağını; aynı anlama gelmek üzere “demokratik” devletin de bir devletten öte olmadığını bildiğiniz halde, bir taraftan devlet’e cenk açmışsınız, diğer taraftan “demokratik ve hukuki olursa devleti bağrımıza basarız” diyorsunuz ama öte yandan ne demokratikliği ne de hukuku olan bir dinci-faşist rejimi kutsayarak, “otuzundan sonra görürsünüz”, olmadı “15 Ekim’e kadar sabrederiz aman çözüm süreci zarar görmesin” tiyatrosunu oynuyorsunuz!

Daha açığı eski adı Ayn el Arap, taze adı Kobane olan coğrafyada ABD emperyalizminin bu bölgedeki işbirlikçilerine doğurttuğu IŞİD canavarı ile yani bir İslam devletinin kafa kesen örgütü ile kavgada yetersiz kalıp, ABD’den ve Türkiye Cumhuriyetinden yardım ve hatta silah istiyorsunuz; Amerika seyahatleriniz ise cabasıdır; Türkiye’de dinci-gerici-faşist bir rejim ile ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesi çerçevesinde ittifak halindesiniz; Kobane’ de ABD ve işbirlikçileri adına hareket eden bir maşa, bir çete olan IŞİD ile savaşıyorsunuz ve hâlâ daha ABD emperyalizminin politikalarından da 12 Eylül rejiminin dinci-gerici-faşist diktatörlüğünün “çözüm”ünden de medet bekliyorsunuz; ayrıca ümmet toplumuna methiye düzmeyi, ümmeti sosyalist toplumla bir ve aynı göstermeyi, sarıklıları otorite kabul etmeyi, Saidi Nursi’nin heykeline yeşil ışık yakıp, mezarı için seferber olmayı da ihmal etmiyorsunuz!

Demek ki,”kapitalist modernite”ye cenk açıp, yerine “demokratik modernite” koymak bu oluyor!

Ama emin ol artık çok daha fazla Kürt, “siz kimi kandırıyorsunuz?” diye soru soruyor!

Ve sonra da utanmadan, sıkılmadan, bu gerçeklere dikkat çekenleri, sırf devletin tarihsel bir kategori olduğunu söyledikleri, bu nedenle de bir dahi birey’in ve tilmizlerinin “ol” demesi ile devletin buhar olup ortadan kalkmayacağını ve işte pratik olarak burnunuzu gıdıklayan gerçeklerle bunun apaçık görüldüğünü gösterdikleri için, TC’ye yani dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğüne arka çıktıklarını ve hatta ölçüyü daha da çok kaçırıp, IŞİD’i desteklediklerini bile üfürüp – üfürüp ipe asarak, Kürt halkını ve yüzünü Kürt kurtuluş hareketine çevirmiş gençleri kandırmaya çalışıyorsunuz!

Yani Ayn el Arap veya Kobane’de Kürtler, gerçekte ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri ile savaştıklarını bilmeden, kendilerini IŞİD’in zulmünden korumaya çalışıyorlar; bilselerdi herhalde Müslim’in Amerika’da veya Türkiye’de ne işi olduğunu sorgularlardı!
ABD nin de, işbirlikçilerinin de derdinin, petrol rafinerileri, boru hatları olduğu ve dahi bu vesile ile “Esad’ı nasıl deviririz?”in derdinde oldukları; yani bu savaşın bir emperyalist savaş olduğu apaçık ortada iken; bu savaşta arkanızı ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin politikalarına dayayıp, asker kaputu giydirdiğiniz Kürt emekçilerinin çocuklarını IŞİD’e kalkan ederek başarı elde edemeyeceğinizi bir türlü idrak edemiyorsunuz!

Ama boşuna kuruntu yapmaya, nafile çabalarınızla ölçüyü kaçırmaya devam ediyorsunuz; aklı olanlar, bu tutumlarınızın kime neye hizmet ettiğini çok iyi görüyorlar; “cila nerde”, “kimin elinde”, “nereye sürülüyor” çok net olarak anlıyorlar; bu nedenle artık ne dersen de, kendi kuruntularını açıklamış oluyorsun ve inan ki önemli açıklıkları bizzat kendin sağlıyorsun ve ben bu polemikler vesilesi ile bu açıklıkların da tarihe kaydedilmesine aracılık etmiş oluyorum!

BORGA birader, ben senin bu kadar dar ve sığ baktığına inanmıyorum, bu yarım doğrularla çiftleştirdiğin bilmecelerinle doğurttuğun ucube ifadeleri kurgulamak bu darlıkta ve sığlıkta birisi için mümkün görünmüyor; hep dediğim gibi dediklerimi taşa söyleseydim taş dile gelir, taş gibi sözler fırlatırdı üzerinize; ayrıca beş yaşında çocuklar bile anladı ve bu dediklerimizin en az sekiz- on yıllık geçmişi olduğunu hatırlarsak, şimdi karşınıza bu dediklerimizden daha çok çıkıyor ve sizi çaresiz bırakıyorsa bu, o beş yaşındaki çocukların büyüdüklerini gösteriyor ve o halde Kürt halkının çocukları da, Türkiye’nin emekçilerinin çocukları da büyümüş demektir; artık doğurttuğunuz ucube ifadelerle kandırabildiklerinizin çeperi daralırken, karşınıza dikilenlerin çeperi genişliyor!

Ve sen artık bu kuruntularınla sadece kendini ve “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına teslim olmuş taraftarlarını teselli ve teskin ediyorsun!

Sınıflı toplumda yaşadığımızı unutup, bir taraftan “deccal devlet, seni allah kahretsin” deyip, diğer taraftan bu sınıflı toplumu kutsamakla kalmayıp, bu toplumu ortaçağa götürüp, adı sanı bilinmeyen, yersiz-yurtsuz ve hatta şekilsiz sürülere döndürmeye çalışan ve bunu sahip oldukları devlet mekanizmasının imkânları ile yapan egemen sınıflar önünde, yani emperyalist tekeller önünde, 12 Eylül rejiminin büyük büyük zenginleri önünde eğilirseniz, sizin bu tutumunuzun bir kandırmacadan ibaret olduğunu Kürt halkı ve aklı olan herkes görür!

İkincisi, Kürt halkını kandırarak, en çok Kürtleri ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen bu egemen sınıfların ittifakının bu temeldeki politikalarının peşine takmak için çırpındığınızı ve bu nedenle de bütün gerçeklerin üzerini kapatmak istediğinizi yüzünüze vuranları, bu egemen sınıfların, yani işbirliği içinde olduğunuz apaçık görülen, en azından zenginliklerinden, güçlerinden medet umduğunuz bu TÜSİAD zenginlerinin ve hem de dinci-gerici-faşist diktatörlüğünün ve bu rejimin en acımasız zor aracı olan devletin yandaşları olarak gösteren yalanınız ile kendi işbirlikçiliğinizi örtmeye çalıştığınız da görülür ve görülüyor!

Üçüncü olarak, hem de hâlihazırda bu egemen sınıfların dinci-gerici-faşist diktatörlüğü ile müzakere halinde iken, “çözüm” sürecinin yüzü suyu hürmetine ki bu aynı zamanda bu “çözüm” sürecinin asıl patronuna, yani dinci-gerici-faşist diktatörlüğe duyduğunuz hürmettir, velhasıl artık bunun “köprüden geçene kadar” bahanesi de kalmamıştır, takvimlerinizi sürekli ileri atarken, üstelik “çözüm” süreci adı altında çözümsüzlüğe sürüklendiğiniz apaçık görülürken, bunu Kobane’de bile görmezden gelip, böyle bir atmosferde, müzakerelerle, tepeden yasalar yoluyla verilecek bir “kurtuluş” kurtuluş olabilirmiş gibi, Kürtleri kandırdığınızı gizleyebileceğinizi sanarak, bu çıplak gerçeklik karşısında bile suçu bunları açıklıkla yüzünüze vuranlara fırlatıp, onların, bu zenginlerin devletine kalkan olduğu, size karşı koruduğu, hatta bu dinci-gerici-faşist diktatörlük ile birlikte Kürtlere karşı savaştığı yalanını, Kürt halkına inandırmaya çalıştığınız da ayan beyan görülmektedir.

Diğer yandan, “Aşireti red etmek ve görmezden gelip, silinmesine eşlik etmek” ten söz ediyorsun ki, ya çok cahilsin, ya aşiret’i iflah olmaz bir şekilde fetişleştirmişsin, ya da ne diyeceğini bilemediğin için, aklına geleni üfürüyorsun ki, Aşiret bir tarihsel kategori ve bu anlamda tarihsel-toplumsal bir olgudur ki, tarihten henüz silinmemiş olduğunu ve hali hazırda hem Kürt coğrafyasında ve hatta Batı’da bile yaşadığını hiç kimse yadsımamaktadır!

Bu ayrıdır ve bugün ABD-AB emperyalizmi dünyayı ortaçağ karanlığına sürüklerken, Ortadoğu’yu tam bir köy, bir aşiret denizi haline getirmek ve birbirlerine kırdırarak egemenliğine egemenlik katmak, zenginliklerini sekize katlamak ve dünyaya hükümdarlığını ilan etmek için, bu bölgedeki üniter devletleri, ulus-devletleri tam da bunun için parçalamaya çalışması ile sizin Kürtleri ilkel bir aşiret komünü içersine hapsetmeye çalışmanız arasında kıl kadar fark yoktur; ABD emperyalizmi, Afganistan’ı işgal etti, mevcut geriliğini ve gericiliğini çok daha geriye itti; Irak’ı işgal etti aynı şeyi orada yaptı; Kaddafi’ yi tepeledi, Libya’yı yüz yıl geriye götürdü; Suriye’yi işgal etmeye çalıştı, olmadı, çeteleri donattı, Esad rejiminin başına dert yaptı, Suriyeli Kürtler bir nebze doğru politika izledi ve ortaya Rojava çıktı, ama ardından IŞİD peydahlandı ve Amerika, Suriye’yi işgal edip parçalamaktan ve burayı da tarihinin gerisine sürüklemekten vazgeçmediğini açıkça gösterdi!

Kobane’de süren insanlık dramı işte bunun içindir; Suriye’de yarım kalan bu işi tamamlamak içindir ve daha çok da bu işi tamamladıktan sonra “Büyük Kürdistan” projesini sonuca ulaştırmak için, İran’ın başına aynı çorapları örmek içindir!

Ve işte bu nedenle istese bir gecede yarattığı gibi yok edebileceği IŞİD’in yularını, Suriyeli Kürtlerin istediği kıvama, yani devrimcisi kıt, gericisi bol, en önemlisi de itaatkâr bir kıvama gelmesi için, yani Barzanist bir çizgiye biat etmesi için, gevşek tutmaktadır!

İşte bu nedenle sesimize kulak vermek işinize gelmiyor; bu ilkel komünal komediden vazgeçmek, ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olduğunuz için o kadar kolay olmuyor ve tarihin mantığının bu bölgede Kürtleri de içine alan ve belki de esas çocuk yapacak olan halkçı temelde bir sosyalist devrimi işaret ettiğini görmek istemiyorsunuz; ama işte fotoğrafta görüldüğü gibi, tarihin mantığının da gösterdiği gibi, geriye giderek değil, ileriye giderek kurtulmak mümkündür!

Ve bu olup bitenler, çok net olarak Halepçe’yi, Mahabad Cumhuriyeti’ni yani buradaki trajik sonları hatırlatmasına rağmen, gözleriniz kör olmuş, hâlâ ABD emperyalizminin, dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin sopasından medet bekleyerek, sözde ABD’ye ve 12 Eylül rejiminin hükümetine celalleniyorsunuz; ama aynı zamanda bir taraftan süreç bitmiştir nutukları atıyor, diğer taraftan müzakerelere devam diyorsunuz!
Bakalım göreceğiz, 15 Ekimden sonra hangi tiyatroyu oynayacaksınız! Yani bakalım AKP ye koltuk değnekliği yapmaktan vazgeçecek misiniz!
Evet, bunlar da ayrıdır ve son derece zihin açıcıdır ama sağıra yatmaya devam edeceğiniz kuvvetle muhtemeldir, bu nedenle bu gerçekliklere de değinip, senin açtığın güzergâhta kuruntularının gerçeklerden ne denli uzak olduğunu göstermeye devam edelim.
Aşiret mi demiştin, bir olgudur, tarihsel bir kategoridir ve artık tarihin gerisindedir, buna dönmek, tarihin gerisine dönmektir ve insanlığın kurtuluşu derken kastettiğimiz bu ilkel komün değildir; bunun yadsınması olan komünizme açılan komündür ve bu ilkel komün ile bir arpa boyu ilerlenmez; hele komünizme adım bile atılamaz! Aksine komünizmden fersah fersah geriye dönülür!
Demek ki artık kendinize gelmenizin tam zamanıdır; beş yaşındaki çocukları bile kandıramıyorsunuz, bari akıl taşıyan yetişkin insanların zekâları ile dalga geçerek, kendinizi kandırmayın!

Fikret Uzun
10 – Ekim -2014