DÜĞÜM KARDEŞLİKTEDİR VE EMPERYALİSTLER ÇÖZMEK İÇİN CAN ATIYOR

 

Nasıl ki, ezen ulus ile ezilen ulus ayrımının önemine vakıfız, ezen ulusun egemenleri ile onlar tarafından sömürülenleri arasındaki ayrımın önemine vakıf olduğumuz gibi, ezilen ulusun egemenleri ile ezilenleri arasındaki ayrımın da öneminin bilincini taşımamız gerekir. Buradan hareketle Türkiye’yi, Türkiye’nin egemenlerinin, oligarklarının, tekellerinin, büyük burjuvazisinin yani zenginlerinin yönettiğinin bilincini de taşımalıyız. Bitmedi, bu zenginlerle, Türkiye’yi yöneten ve bu yönetimleri ile Türkiye’nin emekçi halklarını daha fazla sömürmek üzere sürekli plan yapan egemenlerle iş tutan, daha büyük işler tutmak isteyen Kürt zenginlerinin, büyük toprak sahiplerinin, ağalarının, beylerinin, aşiret reislerinin ve dahi tarikat şeyhlerinin olduğunu da biliyoruz ve unutmuyoruz, bunlar Kürtlerin lideri olarak öne çıkartılmaktadır bunu da görüyoruz. Bunlara ezilen Kürt kardeşlerimize baktığımız gibi bakmıyoruz, onlara Türkiye’nin zenginlerine, Türkiye’yi yönetenlere nasıl bakıyorsak öyle bakıyoruz. Kürt ezilenleri, kendilerini ve Türkiye’nin yönetenleri ile zenginleri ile iş tutarak ezen, sömüren Kürt liderlerin yönetiminde bir Kürt kurtuluşunu seçebilir, Türkiye’yi yönetenlerin, Türkiye’nin işçi sınıfını, emekçi halkını köleleştirmesine göz yummak pahasına bunu kabul edebilirler, bu gerçek bir kurtuluş olmasa da, bunu seçebilirler, işçilerini emekçilerini kölelik düzeninde çalıştıran böyle bir zulüm düzeni içinde olan bir coğrafyaya komşu olmaktan mutluluk duyabilirler, Kürt ağa ve beylerinin, egemenlerinin yönetiminde sömürülmeye, ezilmeye itiraz etmeyebilirler. Ancak Türkiye’nin sosyalistleri, bir tek Kürt katılmasa bile, bu kölelik düzenini, biriktirdiği ve yaydığı pisliği temizleyinceye kadar, sürdürdüğü zulmü ortadan kaldırıncaya kadar mücadele edecektir. Bunu Türk halkına, Türk emekçilerine borçludurlar. Bu, Kürt halkına, Kürt emekçilerine sosyalistlerin verdiği sözdür.

Ve sosyalistler biliyor ki, Kürt devrimciliği de bu sözün ve bu borcun içindedir. Bu anlamda, Kürt devrimciliği, kendi coğrafyasında, Kürt halkını, Kürt emekçilerini saran pisliği, egemenlerin ahtapot kollarını kurutmayı, başını ezmeyi Kürt halkına ve emekçilerine borçludur ve Türk sosyalistlerine söz vermek zorundadırlar. Türkiye’nin zenginleri ile iş tutan Kürt liderlerini Kürt halkının ensesinden çekeceklerinin sözünü vereceklerdir. Türk sosyalistleri her tarafa uzanan, pisliğe bulayan kolları birer birer kurutarak ahtapot gövdesini ezmeye kararlıdır. Pisliğe bulanmış bu ahtapot düzenin artık Türkiye’nin işçi sınıfına, emekçi halklarına faydası yoktur, öyleyse yenisini kurmak sosyalistlerin boynunun borcudur. Kürt devrimcilerinin sözü de borcu da bunun içindedir ve bunun bilincinde olduklarını görebiliyoruz.

Öyleyse sorun Kürt sorunu olabilir ama bu Türk sorunu haline gelmiştir ve çözüm Kürtlerin değil, Türkiye’nin çözümü olacaktır. Yani sadece Kürtlerin değil, Türklerin de kurtuluşu kendisini dayatmaktadır. Kürt halkı ile Türk halkının kurtuluşu bir ve tektir. Kürt halkı şimdi öne çıkmıştır, yükseğe fırlamıştır, emperyalist ABD-AB ve yerli tekeller bu yükselişe cevap vermektedirler, bu yükselişi söndürmek için Kürt sorununu sahiplenmişlerdir, Türkiye’nin sorunu kabul etmişlerdir. Ama görülüyor, sadece Türkiye’nin değil, emperyalizmin de sorunudur ve sorun büyümektedir. Emperyalizm kendi emeline göre çözememektedir. Çünkü Kürt halkı da, Kürt devrimciliği de yükselen olduğunu göstermiştir. Şimdi iş, Kürt devrimciliği ile Türk devrimciliğinin kardeşliğinin ezilen, sömürülen emekçi halklara umut verme zamanıdır, Kürt ve Türk halkının dışında seyreden savaşın, bu kardeşliği bozmasına izin verilmemelidir. Savaş bir zaman gelecek mutlaka bitecektir. Şimdi savaşa rağmen kardeşlik zamanıdır. Öyleyse kimse Türkiye’nin devrimini Kürt ağalarının ve beylerinin cenneti için koparılan fırtınanın peşine takmaya yeltenmemelidir. Çözüm Kürt emekçi halkının, Kürt devrimciliğinin, Türkiye’nin devrimi ile buluşmasıdır. Türkiye’nin devrimi mi? Hem ufuktadır ve hem de, Türkiye’nin egemenlerini, daha fazla zenginleşmek için her türlü pisliğe batan ahtapotunu korkutmaktadır. Türkiye’nin devrimi mi? Türkiye’de daha da sağlamlaştırılan 12 Eylül rejiminin, gerici-dinci-feodal-Osmanik diktatörlüğünü, Türkiye’nin işçilerini emekçilerini köleleştiren düzeni ortadan kaldırıp, yenisini kurmak üzere hareket halindedir. Yenisi mi? Yenisi, İşçiden, emekçiden, köylüden yani bütün ezilen ve sömürülen, bu nedenle gericiliğin, dinciliğin pençesine itilen, aklı geriletilen, gerici-dinci bir diktatörlüğe mahkûm edilen bütün halkların sosyalist iktidarını sağlayacak olan demokratik halk cumhuriyeti olacaktır. Kürt devrimciliği bu onurdan uzak kalmak istemeyecektir, Kürt halkı bu yeninin kendisine gerçek kurtuluşu getireceğini görmezlik etmeyecektir.

Öyleyse düğüm Kürt ve Türk işçilerinin, emekçilerinin kardeşliğindedir, emperyalistler ve işbirlikçileri bu kardeşlik düğümünü çözmek için çırpınıyorlar, çareleri buradadır ve çözdürmemek Kürt ve Türk emekçi halklarının elindedir. Çözdürmeyecekler. Kardeşliklerini pekiştirmek için gerekli olan yeniyi birlikte kuracaklar. Emperyalistlerin korkusu budur ve o nedenle yavaş ve temkinli hareket ediyorlar. Korkuları boşuna değildir, boşuna olmadığını bildikleri için korkutmayı deniyorlar, korkuyu kalıcı kılmaya çalışıyorlar, hem egemenlerin yönetimlerinden aldıkları “zor” un korkusunu ve hem de “ cehennem”in korkusunu yayıyorlar. Ama çabaları boşunadır, korkunun ecele faydası yoktur, olmadığını en çok ezilenler ve sömürülenler öğrenmişlerdir. İşte “cehennem”in  korkusu ile  takviye edilmesi de bundandır, ama Kürt ve Türk emekçi halkları bu korkunun da üstesinden gelecektir. Korku yine egemenlerin üzerinde kalacaktır, çünkü onlar biliyorlar ki, tek cennetleri bu coğrafyadır, bu cenneti kaybetmek onlar için ölümdür. Ölüm en büyük korkularıdır. Haklıdırlar ve zaten epeydir ölüdürler, ölmüş atı kırbaçlamak misli, kendi kendilerini kırbaçlıyorlar. Ama nafile çabadır, tarihsel sonlarından kurtulamayacaklar ama kolay da vazgeçmeyeceklerdir. Öyleyse bu coğrafyada bütün ezilen ve sömürülen halkların kardeşliği en önemli düğümdür. Çözemeyecekler, çözdürmeyeceğiz.

Fikret Uzun

30 Kasım 2011

TÜRK HÜKÜMETİNİN SURİYE ÜSTÜNDEKİ PROVOKASYONLARI DURDURULSUN SLOGANINA CEVAP

TÜRK HÜKÜMETİNİN SURİYE ÜSTÜNDEKİ PROVOKASYONLARI DURDURULSUN SLOGANINA CEVAP

 

Durdurulsun da bunu kim ya da kimler yapacak mesele burada. Şimdiye kadar bunu yapabilecek olanlar, hatta bu noktalara dahi getirtmeyecek olanlar sahte bir düşman yaratma manevrası ile bertaraf edildi. Kalan güçler ise henüz belli bir eksende, şimdi olan bitenlerin fazlasıyla farkına varmış olanları ama asıl düşman konusunda hâlâ tereddüt yaşayanları, öfkeyle yapıştığı çeperlerden merkeze çekmekte zorlanmaktadır. Çünkü belirleyici olan çelişkilerin biriktirdiği güçlerle hâlâ bir kontak kuramamaktadır, bunun temel nedeni öncelikle emek sürecinin belirleyiciliğinden çok uzaktan başlayarak güç biriktirmesi olmakla birlikte, azımsanmayacak bir ağırlıkta ise, emperyalist oyunların kafa karıştırıcı, edilgenliğe sürükleyici ve düşman başka yerde aratıcı çabalarıdır. Şimdi, bu oyunlara karşı, bu oyunların hedefindeki emellerin yarattığı sorunlarla karşı öfkeli ama pusulasız olarak çeperlerde biriken kitleler ile merkezde biriken, bu oyunları uzun zamandır teşhir etmeye çalışan, önünde duran, bozmaya çalışan ve yoğun ve de sinsi bir sadırı ve baskı altında tutulan güçler arasında emek sürecinin keskinleştirdiği çelişkilerin yaratacağı gücün harcında bir köprü oluşturma zamanıdır. Güçler hâlâ birbirine ikircimli yaklaşmakta ve asıl düşman konusunda olmasa da, onun yanındaki güçler konusunda tereddüt yaşamaya devam etmektedir. Öyleyse bu sorun çözülmeden Türk hükümetinin Suriye üzerindeki provokasyonları durdurulamaz. O nedenle dostum, slogan iyi niyetli olabilir, bir hassasiyeti öne çıkarabilir ama bu soyutlukla kimseyi peşine takamaz, bir güç olmaya ve elbette durdurmaya yöneltemez. Çünkü bu sloganın muhatabı belli değildir. Dediğim gibi bunu durdurabilecek güçler açık net ve acil olarak tasnif edilip, merkezde bir araya getirilmedikten sonra, bu provokasyonları durduracak güç yoktur. O nedenle hangi güce/güçlere sesleniyorsunuz onu net olarak ortaya koymak gerekir. CHP ye mi, MHP ye mi, BDP ye mi ve elbette tabanında biriktirdiği kitlesiyle birlikte; Cumhuriyetçilere mi? Ulusalcı tabir edilen İP e mi? ÖDP ye mi? TKP ye mi? EDP ye mi? EMEP e mi? Diğer irili ufaklı sol/sosyalist gruplara mı? Silivri’de yatanlara mı? TSK ya mı? Hükümetin kendi içindeki milletvekillerine mi? ABD ye mi? AB ye mi? yoksa DİSK’e mi? Türk-İş’e mi? Gençlere mi? Kadınlara mı? Veyahut da sadece İşçilere, emekçilere, emeklilere mi?  Ya da ilk önce bütün bu güçlerin içinden aynı eksene toplanabilecek, asıl düşmanı çoktan bellemiş ve teşhir etmiş, akıl taşıyan insanlara mı? Onların önderliğinde emek sürecinin yükselttiği çelişki ile alanları dolduracak olan, fabrikalarda, işletmelerde, atölyelerde mağazalarda veya kendi dükkânında emeği ile çalışanlara mı? Kime arkadaşlar, kime? Kimden bekliyorsunuz bu provokasyonların durdurulmasını? Şöyle arkanıza bir yaslanın da tek tek gözden geçirin ve belirlediklerinizi tasnif edin, merkezde biriken akıl ile arasında nasıl köprü kurulur ve bunun için nasıl sloganlara ihtiyaç olur bunu düşünün. Diğer yandan şu anki yönetim, bu güne kadar olmadığı misli acz içindedir. Provokasyon mu diyorsunuz ?  Mucidi ABD dir, Suriye’ye mi girilecek, İhtiyaç ABD nindir.  Iran’a mı saldırılacak, İhtiyaç gene ABD nindir. Adlarını tarihe kazıdılar bir kere, ABD nin BOP projesinin ve aynı oyunun uzantısı KÜRESEL TERÖRİZMLE MÜCADELE için ABD ile EŞ-BAŞKANLIĞI yürütüyorlar, öyleyse BOPu iyi bilelim, EMPERYALİZMİN YDD sini iyi anlayalım. Kürt meselesinin çözümü niyetine oynanan oyunları iyi anlayalım. Kim milliyetçi, kim yurtsever, çözüm kime hizmet ediyor, kimi köleleştiriyor iyi anlayalım. O tarafa bir devlet verirken yükseltilen sloganlardaki cinlik ile Türkiye parçalanırken yükseltilen sloganlardaki cinlik ne anlatıyor iyi görelim. Büyük Türkiye mi, yani parçalanmamış Türkiye mi, yoksa parçalanmış, parçalanarak modern feodalleştirilmiş ve de kolay lokma olmuş Türkiye mi Kürt meselesini çözer iyi anlayalım. Ve hangisinde iki halkın kardeşliği tesis edilebilir bunu görelim. Bunlar hep asıl düşman ve hangi güçler sorusu ile bağlıdır ve bu soruya doğru cevap vererek çözülebilir. Diğer bir bağlantısı da, anayasa değişikliğidir. Ne istiyorlar? Demokrasi var diyorlar, varsa neden KHK lere hapsedildik. Parlamento ne işe yarıyor? Muhalefet ne işe yarıyor? Sidik yarışına mı, milleti akşamları ajansları dinlerken eğlendirmeye mi? gerçek muhalefet nerdedir buna bakalım? Anayasa değişikliği yönetici sınıfların ikna edilmesine yönelik bir anlaşma olacak. Bu antlaşma için halka emekçilere kimsenin bir şey sorduğu yok. Sorsa bile satılmış, patron olmuş sendika temsilcilerine, işçi liderlerine soracaklar onlar ise çoktandır hep “EVET” modundalar. Sonunda da Milletvekili oluyorlar. Öyleyse anayasa değişikliğine emekçiler için, halk için ihtiyaç yoktur. Demokrasiyi ise 12 Eylül rejimi ki, hâlâ devam ediyor, en dibe gömdü, bunca zamandır oradan çıkarılamayan demokrasiyi son maddeleri değiştirilmeye çalışılan 12 Eylül rejiminin anayasası mı çıkartacak? Demokrasi, ancak ve ancak gerçek demokrasi güçlerinin gerçek bir demokrasi için mücadelesi ile olur. Bu burjuva sınırda bile olsa işçilerin, emekçilerin, bütün halkın yani YÖNETİLEN SINIF VE KATMANLARIN kıyasıya mücadelesi ile dipten çıkartılıp yerine konulabilir. Henüz bunu dibe gönderenlerin ve onların devamı olanların ayırdında olmayan bu kitleler bunu yani demokrasiyi dipten çıkarmayı, nasıl yapacak? Bunu yapamamaları için önlerinde ne kadar sahte sol gömlekli var biliyor musunuz bunu da düşünün. Öyleyse hepsi bir oyunun parçalarıdır ve bu oyun ancak emek sürecinden yükselen çelişkilerin üzerindeki örtüleri parçalayarak, bütün çelişkileri bu çelişki ile birleştirerek bozulabilir ve bunun anlamı antiemperyalist, antikapitalist ama sosyalist iktidar hedefli bir halk devrimidir bunun için hangi güçler çeperlere birikti, hangi güçler merkezde çeperdekileri ikna edemiyor bunu çözmek elzemdir. Bu sorunu çözmek ve üzerindeki sis bulutunu tümüyle dağıtmak için şartlar hızla elverişli hale gelmektedir. Tek eksik var, o da emperyalizmin, tekellerin ve elbette devam eden 12 Eylül rejiminin kitleler üzerindeki ama daha çok onların önünde gibi duran sol tandanslı aydınlar, işçi liderleri, dürüst namuslu sendikacılar, kadınlar, emekliler, gençler velhasıl çeperdekilerle merkezde birikenler arasında köprü kurma tarihsel göreviyle yüz yüze olanlar üzerindeki ideolojik hegemonyayı şiddetli bir ideolojik mücadele ile kırmak gerekmektedir. Ondan sonra çeperdekiler hem daha kararlı ve hem de kaba öfkesini o denli sınıf kini ile değiştirerek, merkezdekiler ise daha bilinçli, daha hünerli bir hamle ile aynı eksende birleşebilirler. Sonrası provokasyonlar tuzla buz, oyunlar paçavra ve halkın iradesi, işçi ve emekçilerin ve onların öncülerinin, aydınların, gençlerin, kadınların, emeklilerin, işsiz işçilerin hünerli politik gücü ile asıl düşmanı tarihe gömecektir. Merak etmeyin ondan sonra sosyalist iktidar ile mesafe bir adım kalacaktır.

Evet, dostum, işte yukarıya asılan slogan veya bir parti üretiyorsa tarihe geçecek şiar, buraya kadar anlattıklarımı içermeli ve bir okuyuşta kitlelerin bilincine olmasa da dikkatine akıtabilmeli, kitleler bir kere haykırdıktan sonra ise, bütün bu dediklerime adım atmasını sağlayabilmelidir.

Fikret Uzun

18 Kasım 2011

 

NietzscheNİN DÜŞÜNCELERİNDEN YOLA ÇIKARAK TEKELLERE CEPHE ALMAK YERİNE, SÜRÜYE DÖNÜŞEN KİTLELERE CEPHE ALMAK -YA DA ÜSTÜN İNSAN

NietzscheNİN DÜŞÜNCELERİNDEN YOLA ÇIKARAK TEKELLERE CEPHE ALMAK YERİNE, SÜRÜYE DÖNÜŞEN KİTLELERE CEPHE ALMAK -YA DA ÜSTÜN İNSAN

Marx’ın yaptığı, kendi ifadesiyle, SOMUTUN ZENGİNLİĞİNDE SOYUTA ULAŞMAKtır. Ve gerçekten soyutlama yapmadan somuta varmak mümkün olmuyor. Bunun anlamı yüzeydekilere bakarak derindekileri yani gerçekliği bulmaktır. Ve laf lafı kovalıyor ki, diyalektik işte ne yapayım, burada da Marx, öz ile görünen aynı olsaydı bilim olmazdı der. Ve Marxizm işçi sınıfının ideolojisidir ki, sosyalizmin ideolojisi oluyor ve sosyalizm henüz reel olarak yaşanmıyor iken Marxizm’in kurucuları Sosyalizmin işçi düzeni olduğunu teorik olarak göstermişler ve gösterirken de, tarihin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu; belirleyici olanın emek süreci olduğunu temellendiren yapıtlar bırakmışlardır. Şimdi, Sovyet sosyalizminin yıkılmış olduğu günümüzde Marx ve Engels’in önermelerinin doğru olduğu ve hâlâ geçerliğini koruduğu bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Ne var ki, Marxizm’in kurucuları, bütün bu gerçeklikleri somutun zenginliğinden bulup çıkarmışken, bizler maalesef gözümüzün içine girecek denli açıklıkla önümüzde duran bu gerçeklikleri göremiyor ve başka reçeteler aramak için bin bir bahane öne sürüyoruz. Bahanelerden biri de yakın zamana kadar Nietzsche idi ve sık sık bu duvarlarda asar dururduk dediklerini, oysa Marxizm hâlâ en ileri, en devrimci ve en bilimsel bir teori olmaya ve üzerine tuğla konmamasının üzerinden çok uzun yıllar geçmesine karşın, bu tuğlaları koymaya çalışacağımıza, Nietzscheden veya başka yerlerden kelamları asmakla kendimizi oyalıyoruz. Marxizm bize, işçi sınıfının tarihsel görevinin, dünyanın komünist yeniden inşasını gerçekleştirmek olduğunu, dolayısıyla dünyayı değiştirecek ve yalnızca ekonomide ve politikada değil, kültürde de daha ileri gitmeyi sağlayacak toplumsal gücün, insanlığın eksiksiz daha yüksek ahlaki ve estetik değerlere ulaşması için gerekli koşulları yaratan gücün, işçi sınıfında bulunduğunu görmüşler ve göstermişlerdir. Ve ne yazık ki, bunu emperyalist kapitalistler bütün çıplaklığı ile görüyor ve duyumsuyor dolayısıyla da en sinsi önlemleri, en karmaşık saldırı metotlarını kullanırken, her kelâmı Marxizm adına söylediğinden hareketle konuşanlar bu gerçekliklere gözünü kulağını kapatmakta ve haliyle dilini de sükûtun altın değerine hapsetmektedirler. Kimse, ABD nin 500 bin paralı askerini Arap çöllerine ve Kafkasya’ya ve Kuzey Afrika’nın çöllerine neden yığdığını, bütün kapitalist yönetimlerde kavga ve telaşın neden hâlâ emek sürecinde yaşandığını, bu sürecin yükselttiği çelişkileri bastırmak, üzerini örtmek için çabalandığını görmek istememektedir. Öyleyse, KORKANLAR KORKUTMAK İSTER, ÖYLEYSE KORKANLAR KORKUTMAK İÇİN EN KORKTUĞU YERİ VURMAK İSTER, ÖYLEYSE KORKANLARIN EN KORKTUĞU YER HÂLÂ EMEK SÜRECİDİR, SINIF MÜCADELESİDİR VE HÂLÂ İŞÇİ SINIFININ DÜZENİDİR. İşte bu gerçeklik Nietzsche hatim ederek yüzeye çıkartılamaz, hatta yüzeye çıkmışken bile görülemez. Nietzsche Nietzsche demek bir yana ama insana en çok yakışan düzenin kurulmasını çabuklaştırmak için bize Marxizm hâlâ yeter diyoruz. Son olarak, dün olduğu gibi, bu gün de iki felsefenin karşıtlığını yaşamakta olduğumuzu vurgulamak isterim. İdealist felsefe ve materyalist felsefe. Dünya hâlâ bunun etrafında dönmekte ve sınıf mücadelesine de bu felsefi karşıtlığın mücadelesi damgasını vurmaya devam etmektedir. İşte dananın kuyruğunun kopartılmak istendiği nokta tam da burasıdır, yani idealist felsefeyi insanlığın kafasına kakarak yerleştirmeye çalışmaktadırlar, çünkü idealist felsefe geriye dönüşü veya geride kalmışı savunmanın felsefesidir ki merkezinde din var. İşte bu nedenle sınıf mücadelesi bu gün ideolojik planda şiddetlenmektedir, çünkü idealizmin cenderesine hapsedilmiş kitleler, Tekellerin, emperyalist kapitalizmin ideolojik hegemonyasına bağlanarak edilgenleştirilmişlerdir. Bu nedenle de en devrimci işin en sert ideolojik mücadele ile hücuma geçmek olduğunu vurgulamaktayız. Ama kendimizi, elimizde hâlâ en ileri ve devrimci ve de bilimsel teori olduğunu kanıtlayan Marxizm varken, Nietzschelere hapsedersek, bu ideolojik mücadeleyi veremeyiz ve tekellerin ideolojik hegemonyasını kıramayız, bu da idealizmin dünyayı daha da saracağına işaret olur. Demek ki, şimdi dünyanın bir aydınlanmaya daha ihtiyacı vardır ki, aydınlanma demek despotik aydınlanmacılara ihtiyaç var demektir, o da işçi sınıfının tarihsel görevini ve bu görevini sonuna kadar götürmek ve tamamlamak için ihtiyacı olan iradeyi öne çıkarmaktadır. Demek ki, ihtiyaç despot aydınlanmacıda ise ama bu gün despotlardan aydınlanmacı olmalarını beklemek ham hayal ise, kilise ve camilerden böyle aydınlıkçıların çıkması da pek zor ise, öyleyse iş gene işçi sınıfına kalmakta ve Marxizm’in kurucuları bunu da bizim önümüze teorik olarak koymuş, Lenin ve Sovyet komünistleri bunu reel hale getirerek olmazsa olmazını bütün dünyaya göstermiştir. İlknur hocam şimdi bana ne alaka diyebilir ama her şey bir bütündür ve elbette bütünün zenginliğini soyutlayarak somutlamak mümkündür öyleyse benim yaptığım da bir anlamda soyutlamadır ve burada Marx ve Engels’in, aydınlanmanın yalnızca toplumsal düşüncedeki bir hareket olmadığını, büyük Fransız Devriminin öngünlerinde, feodal mutlakıyetçiliğe karşı savaşmak için ayaklanan ilerici burjuvazinin çıkarlarının ideolojik bir ifadesi olduğunu gösterdiklerini hatırlatarak, Değerli İlknur hocanın dediklerini düzeltmek anlamında değil ama bir katkı daha sunarak teşekkür borcumu ödemek isterim, “Bütün inançların inanç erklerine bakın, en çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalârını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan: – oysa o, yaratıcıdır.” “yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler inançlar değil. Yaratma arkadaşları arar yaratıcı, yeni levhalara yeni değerler kazıyanları” diyor Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’de. Felsefenin temel konusu, doğru bilgi edinmedir ancak Nietzsche’nin ilgisi bu alanda değildir, onun ağırlığı insan üzerine düşünmektedir. Ancak en çok insan üzerine düşünen ve belki de sadece insan üzerine düşünen Nietzsche’nin insana güvenmediğini görüyoruz. Dolayısıyla ilerlemeye de inanmamaktadır. Çünkü insana güvenmek ilerlemeye güvenmektir. “İnsanlık, bu gün inanıldığı gibi, daha iyiye ya da daha güçlüye ya da daha yükseğe doğru bir ilerleme göstermemektedir. ‘İlerleme’ modern bir düşüncedir sadece, yani, yanlış bir düşünce.” Nietzsche-Deccal “Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim.” Nietzsche-Deccal Kısaca şöyle anlamak mümkündür, Nietzsche Tekellerin egemenlik kurmaya başladığı bir dönemde yaşıyor ( 1844-1900) tekellerin bireyleri sürüye çevirmeye başladığını görebiliyor; ancak tekellere cephe almak yerine, sürüye dönüşen kitlelere cephe almaya yelteniyordu, sıradan insana cephe almaya yelteniyor, bu onu insana karşı bir ahlak geliştirmeye itiyor. Nietzsche, sıradan insanı hep zayıf duygusal, kolay kandırılabilir sürü olarak görüyor ve Süperman, üst insan ya da “insanüstü insan “ arıyor. Nietzsche, Parmanides’in (*) karşıtı, Herakleitos’a hayranlığını öne çıkarmaktadır. Şöyle diyor,“Bir tek Herakleitos üzerinde kuşkum var; zaten onun yakınında kendimi her yerden daha sıcak, daha rahat duymuşumdur hep. Yok, oluşun, yok edişin olumlaması ki, Dion-yosca bir felsefenin can alıcı noktasıdır,- karşıtlıklara, savaşa ve ‘varlık’ kavramını kökünden yadsıyarak – oluşa evet deyiş: Şimdiye dek düşünenler içinde bana en yakın olarak bunları buluyorum şüphesiz. ‘Bengi dönüş’ öğretisi, yanı sınır tanımadan, sonsuza dek her şeyin durmadan yok olup yeniden doğması, Zerdüştün bu öğretisi daha o zamanda Herakleitos’ça öğretilmiş olabilirdi.” Nietzsche-Ecce Homo Kundera’da bir Nietzsche takipçisidir ve “bengi hafiflik” öğretisini savunmaktadır. İnsanlara bitkisel hayatı öneriyor. Ancak Engels, ‘İngiltere’de işçi sınıfının durumu’nu anlatırken, bitkisel yaşamın resmini şöyle çiziyordu, “Ancak, entelektüel olarak ölü idiler; basit, özel çıkarları için, tezgâh ve bahçeleri için yaşıyorlardı ve ufuklarının üstünden insanlığı kaydıran güçlü hareketten haberleri yoktu. Sessiz bitkisel yaşamlarında rahattılar ve sanayi devrimi olmasa, bu rahat, romantik olmakla birlikte insanoğluna yakışmayan varlıklarından hiç çıkmayacaklardı. Gerçekte insani varlık değillerdi, o zamana kadar tarihi sürüklemiş olan bir avuç aristokratın hizmetinde emek makineleriydiler” İlginç mi gelir, şaşırmaz mısınız bilemem ama kadını aşağılayan Kundera’nın kaynağını Nietzsche’den aldığını görmekteyiz. “ Öç ve hınç duyguları zayıflıktan nasıl ayrılamazsa, saldırganlık tutkusu da öyle ayrılmaz güçten. Örneğin kadın öç gücüdür; başkasının acısına duyarlığı gibi bu da zayıflığından gelir.” Nietzsche-Ecce Homo Yaşlı kadın hızla geçen Zerdüşt’e sesleniyor; ‘kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını unutma !’ Böyle Buyurdu Zerdüşt. Engels, Anti-Dühring adlı yapıtında şöyle diyor “iyi ve kötü kavramları, ulustan ulusa ve dönemden döneme o kadar çok değişiyor ki, genellikle birbiriyle tümden çelişir duruma geliyor. İnsanlar ahlak düşüncelerini, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, en sonunda sınıfsal konumlarının dayandığı pratik ilişkilerden, üretimi ve değişimi sürdürdükleri ekonomik ilişkilerden türetirler.” Marx ise, “…Stirner hep yapıyor, hâlbuki komünistler hiç ahlak vaaz etmezler. İnsanların önüne ‘birbirinizi sevin’ , ‘egoist olmayın’ türünden ahlaki talep koymazlar. Dünyada mutlak ahlaksız hiçbir şey yoktur.” Nietzsche’yi Faşist ideoloji ile yakınlaştıranlar ve Hitlerin üstün ırk yaklaşımını, Nietzsche’nin ‘üst insan’ düşüncesinden aldığını söyleyenler de vardır, o kadar detayına inmek gerekmiyor ama Macar Marksist düşünür G. Lukacs’ın şu ifadeleri kayda değerdir. “Tam gelişimini faşizmde bulan emperyalist felsefe, merkezi kategorisi olarak, paradoksal bir şekilde ‘yaşam’ denilen ama yaşama karşı olan her türlü ilkenin bir bileşimi olan bir anlayışı kabul eder. Bu yaşam anlayışı, insan yaşamına, insan ruhuna, binlerce yıllık insani evriminin doğurduğu değerlere karşı bir savaş ilanıdır.” Yani İlknur hocam, hâlâ ısrar ediyorum, bize Nietzsche’ler değil, Marx ve Engels’ler gerekiyor ve yetiyor. Marx ve Engels’in kurduğu Marxizm’e tuğla koyacak olanlara da razıyız ama Nietzsche’leri beklemiyoruz, takipçileri Kundera gibilerdir ki, “büyük yürüyüş” olarak tabir ettiği sosyalizm mücadelesini Kitsch (**) yapan, büyük anayurt savunmasında Hitler faşizminin işkencelerinde öldürülen Stalin’in oğlunun cesedini kitsch ile tartıp, kitschin daha ağır geldiğini ifade eden ve bir süre önce kısa bir eleştirisini yaptığım (***)Çekoslavakya kaçkını Çekoslavaktır, onları hiç istemiyoruz. Fikret Uzun 20 Kasım 2011 (*) “varlık nedir?” sorusunu soran ve felsefi olarak cevap arayan ilk filozoftur. Ona göre varlığı, varlıktaki değişimi ve hakikati yalnızca akılla kavrayabiliriz. Varlığın bilinebilir olduğu görüşündedir. (**) Kitsch= bok demek oluyor. (***) http://fikretuzunn.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000013633436

KOMEDİ ÇATISI

Ne komedi ama 40 parçaya bölünmeyelim, ayıptır, günahtır, bu halka yazıktır, bak nasıl da eziliyor, sömürülüyorlar, gelin şu halkın derdine çare bulalım, yaralarını saralım, onları bu hallere düşürenlerden hesap soralım, sadece onlar mı, başka toplumsal yaralar da var, cinsel ayrımcılık yapıyorlar, inançlara, kültürlere, doğaya saygı göstermiyorlar, emek, özgürlük, eşitlik, barış ve demokrasi güçleri, baskı ve sömürüye dayalı iki kutuplu siyasal rejime karşı toplumsal ve politik seçenek yaratmak varken, bu seçeneğe halk hareketlerini bağlayıp, parlamenter demokratik mücadeleyi yükseltmek varken, 40 telden çalarak, 40 parça hareket etmeye ne gerek var. Hepimiz aslında bir elmanın diğer parçaları gibiyiz, hepimizin amaçları ve görevleri aynıdır. Öyleyse gelin kongrenin çatısının altına girin, hepinize birer masa var, o olmazsa sandalye mutlaka var. Böylece Türkiye’yi parçalayalım, parçalarsak, doğayı, cinsellikleri, emeği, özgürlüğü, barışı, demokrasiyi koruruz, sömüreceklerse adam gibi sömürsünler, ezeceklerse adam gibi ezsinler, bu zenginlikler hepimize yeter, böyle olmuyor, ayıptır, günahtır, bunu onlara birileri anlatmalı, gelin kongreye katılın, hepinize bir yaka kartı verelim, her tarafa dağılın, bunları anlatın, yapmayın etmeyin deyin, bakın siz Türkiye’yi parçalamaya niyetlisiniz, biz bunu biliyoruz, buna da diyeceğimiz yok, o sizin tasarrufunuz ama bunu hiç olmazsa demokratik olarak yapın, biz de katılalım, anayasa değişikliğine bir kaç demokratik madde katalım, emek te, özgürlük de, barış da, demokrasi de tatmin olsun, hatta doğa bile hah şimdi oldu, artık istediğiniz kadar beni tahrip edebilirsiniz desin, Cinsel eğilimi olanlar, bu gürültü patırtıdan cinselliğini yaşayamıyor, onlara bir iki madde koyun, onlar da mutlu olsun, ama işçiler sendikasızmış, olsun ne var yani, eskiden sendika mı vardı, hem sonra Kürtlere bir bayrak vermek az şey mi, üstelik böylece işçilerin de çocukları kurtulacak, bak paralı askerlik de geliyor, çocuklarını askere göndermezler, kredi bile verecekler, krediyi de bir şekilde ödesinler canım, o kadar da değil, hem zaten biz eşitlik derken, insan doğuştan eşittir, eşitlik bozuldu ise kendi salaklıkları, kim dedi sana işçi ol diye, bak işveren olsaydınız, işveren çocuğu olsaydınız ne sömürülecektiniz, ne de askere gitmemek için zorlanacaktınız, boş verin kardeşim, zenginin malından size ne, hem onlar olmasa aldığınız maaşı da bulamayacaksınız, işsiz misiniz, hadi canım o kadar olur, her yerde işsizlik var, ve olur tabii, iş beğenmiyorsunuz ki, maaşı az, ağır iş derken başkaları kapıyor işi, ama bunun da çaresi var sık sık deprem oluyor, biz evleri çürük yaparsak hep yıkılır, böylece onarmak için, yenilerini yapmak için işçiye ihtiyaç olur, bak çare tükenmiyor, siz de gelin ama orada sekterlik yapmayın, bunlar bizi sömürenlerin yandaşları, bunlarla bir yere varılmaz demeyin, Türkiye’nin bölünmesi için bizi de ortak ediyorlar demeyin, anayasayı değiştirip defacto süren faşizme, yeni feodal dinci rejime okey dedirtmek için anayasal değişiklik peşinde koşmalarına da bir şey demeyin, o ayrı, siz özgürlük deyin, demokrasi deyin, emek deyin, barış deyin, bakın görün, kırk kez söylerseniz hepsi gerçek olur. Ama sömürüye de bir şey demeyin, o bizim işimiz değil, o illa ki olacak, o olmazsa düzen yürümez ama merak etmeyin, biz sizi işverenlerle barıştıracağız, ara sıra size ikramiye vereceklerinin sözünü de alacağız, vermezlerse sizin kabahatinizdir, iyi çalışmıyorsunuzdur, ya da onlarla barış içinde yaşamıyorsunuzdur, ne var sanki sabah bir günaydın deseniz patronunuza, size de acıyorum, bu kadar işçi ile uğraşılır mı, onların karnını doyurmak için az özveri göstermiyorsunuz, onlarsa hiç memnun olmuyor. Hem bir de şu emperyalist lafı var, sakın o laflara kanmayın, emperyalistler artık çok barışçı, bakın ta nerden gelip, Kürtlere özgürlük verecekler, bunun için yönetimi bile zorluyorlar, o nedenle yönetimle de kavga etmeyin, sadece yahu kardeşim yapmayın etmeyin, günahtır, öbür dünyada yanarsınız, almayın mazlumun ahını deyin, emperyalistlerden de mi çekinmiyorsunuz deyin, bakın onlar bile artık, akıllanmış, bu işin sonu yok, nereye kadar, hem o kadar zenginliği ne yapacaksınız, harcasanız harcayamazsınız, sonra birileri kafa tutuyor siz de bu paraları silaha yatırıyorsunuz, elinizde avucunuzda kalmıyor, biz size acıyoruz o zaman deyin. Yani uslu uslu eleştirin, kuzu kuzu oturun, dinleyin, dediklerimizden bir şeyler öğrenin ve hiç olmazsa bilinçli bir şekilde aç yatın, özgürlük her şeyden önce gelir, bırakın şimdi, bir somun ekmek için, özgürlüğü tepmeyin, bakın sizin için neler yapıyoruz, hanginizin çatısı var, hanginiz evde kongre yapıp karar alıyorsunuz, size hem başınızı sokacak çatı, hem de demokratik bir dinleme alanı sağlıyoruz, siz yeter ki, eyvallah deyin, şu Kürt meselesini kotaralım, onlara büyük bir ulus-devlet yapalım, halkını da bu devletin en efendi insanları yapalım, hatta tarlada, fabrikada kravatla çalıştıralım, sonra serbest bırakalım, ister taksın, ister takmasın, ayrıca kardeşim, hepinizin hayali değil mi, dört tane kadınla evlenebilirsiniz, kadınlara da özgürlük var, başını kimse onlara açtıramaz, bu özgürlüğü kısıtlayamaz, hem sünnet de getiriyoruz kadına, sünnet olma özgürlüğü veriyoruz, istememek olmaz, bu özgürlüğü bozar, başörtüsü de öyle, takanlara saygısızlık özgürlüğü yok, o nedenle herkes bu özgürlüğü kabul edecek, başörtü takacak. Daha bir sürü yenilik var, bak göreceksiniz, dünyanın en demokratik faşizmini inşa edeceğiz hep birlikte, Kürtler de beğenecek, Barzaniler daha çok beğenecek, zenginliklerine zenginlik katacak sonra işsizlere, marabalara iş verecek, onları besleyecek, karınlarını doyuracak, sevap kazanacak.

Sosyalizm mi, sömürü tamamen mi kalksın, Kürtler de sömürülmesin mi, ağalık mı kalksın, topraksız köylülere toprak mı verilsin, Kürt coğrafyasındaki zenginlikler halka mı dağıtılsın, susun susun! Hadi gidin, hadi gidin biz de sizi akıllı sandıydık, şunlara bak sömürü kalksınmış, şuymuş buymuş, siz deli misiniz, bu kongrenin görevi bu mu, siz onu evde, kahvede konuşabilirsiniz aranızda, bizi bölmek mi istiyorsunuz, bölücüler, hadi gidin sizi sizi… Bak emperyalizme bir söylersem çıranı yakar ha… Oturun oturduğunuz yerde… on dakika ara veriyoruz arkadaşlar, şunları bir dışarı atalım, düzeni bozuyorlar.

 

İşte oynanan tiyatro budur ve hem Kürt halkını ikna etmek, hem Türk halkını suça ortak etmek için hepsi aynı yerden yönetilen kırk parçayı bir araya getirip, Türkiye’yi kırk parçaya bölecek girişimlere tabansal meşruiyet vermek için önce çatı yapıp, sonra altını doldurmaya çalışıyorlar. Bazıları da parçaları artırıyor ki, daha çok parçanın katılımı oldu diye görünsün, mesela “EVET” DEDİRTME PARTİSİ si “nin bir kolu ayrılıp, bağımsız olarak katılıyor kongreye, kongre zaten KÜRKÇÜLERLE, S.S.ÖNDERLERLE çoktan sol renge boyandı ama soldan kilometrelerce uzakmış önemli mi, yeter ki rengi sol olsun.
Şimdi bu tiyatroya akıl taşıyanlar inanarak, sosyalizme gidiyoruz, hem de zahmetsizce, bir çatının altında bir kaç saat oturacağız böylece, ezenler, sömürenler kalabalığı görecek, inşaat kralı Ağaoğlu gibi, veeerdim gitti diyecek ve şıppadanak, Kürtler de kurtulacak, işçiler de artık sömürülmeyecek mi diyecek, bundan âlâ ahmaklık mı olur behey akıl taşıyanlar, bu kadar da salak yerine konulur mu insanlar, sosyalizm kim siz kim, daha işçi sınıfı diyemiyorsunuz, emeğin kilosu kaç para siz onu da bilmiyorsunuz, özgürlükmüş, emperyalizmin verdiği özgürlük nasıl bir özgürlük olur, geçmişte Kölelerin özgürlüğünü köle sahipleri belirlerdi basardı parayı, kendi yanında kölelik yapma özgürlüğünü satın alırdı, şimdi Kürtlere Kürt coğrafyasında sömürülme özgürlüğü, kölelik özgürlüğü verilirken, Batıda da, istediğin yerde sömürülme özgürlüğü verilecek. Bu mudur?

Eşitlik mi dediniz, eşitlik sınıfların ortadan kalkması isteğidir behey fazla akılılar, işçi ile sermayedar eşit olur mu, doğduğu andan itibaren bu eşitlik bozuk yürüyor, bunu kimsenin görmediğini mi sanıyorsunuz, siz herkesi aptal mı sanıyorsunuz, siz kimi kandırıyorsunuz.
Daha öncekiler hiç olmazsa bir felsefeye sığınarak bu işleri yürütüyordu, hepsinin mantıklı ve hatta akıllı gerekçeleri vardı ve sonra kimisi doğru yolu da buluyordu ama şimdi öyle mi, tabanında beş kişi olan, ya da hiç kişi olan ve birbirinin aynası olan, rol icabı birbirlerinden ayrı renkler taşıyan, yardımsever para babalarının fonları ile eli de dili de rahat olan örgütçükler, bunların yönetiminde görünen kişicikler, bir işaretle, her tarafa dağılıyorlar ve “EVET” e mi ihtiyaç var,”EVET” dedirtmiyorsa, “boykot” dedirterek,”hayır”ın önünü kesiyorlar. Anayasa mı değişecek, değişiklik demokratik mi gösterilecek, hemen paneller, konferanslar, imzalar ve görüntü sağlanıyor, demokrasi genişliyor algısı yerleştiriliyor. Komşu ülke paramparça mı oluyor, hemen sahnedeler, diktatör devriliyor, halk özgür oluyor deyyu alanlara çıkıyor, diktatör taşlanınca eyi oldu, hak yerini buldu diyerek, inlerine çekiliyorlar. Ve bir işaret geliyor çatılar kuruluyor, kongreler toplanıyor, delegeler hazırlanıyor ve demokrasi genişletiliyor, adres neresi kongre salonu, çatısı var, duvarı da, tabanı da yok, onlar da olur inşallah, allah büyük. Ve bütün oyunlar sessiz sedasız illüzyon yaratarak devam ediyor ve bütün bölgeyi köleler cenneti yapmak için düzenlenen yol haritası harekete geçiriliyor. Sahne ölümlere ayrılıyor, ne kadar çok ölüm, o kadar çok çatının tabanı dolacak sanıyorlar, ölümlerden medet umuyorlar ama bitsin bu ölümler, analar ağlamasın, öyleyse gelin barış yapalım diyorlar. Barış yapalım emperyalistlere boyun eğelim, bundan âlâ barış mı olur diyorlar. Belli ki, sıkıntı çekiyorlar, asıl sıkıntı Kürtlerden geliyor, şaşkın şaşkın bakıyorlar, biz sizin oyunlarınıza katılmama özgürlüğümüzü kullanıyoruz diyorlar. O zaman Türk tarafına yalvarıyorlar, ne olur bir şey söyleyin şu Kürtlere anlamıyorlar bizi diyorlar, Türk tarafında da ses yok. Var mı? Her yerden biz kardeşiz sesleri geliyor, savaş da olsa, barış da olsa bizim kardeşliğimizi bozamazsınız diyorlar..Ama kardeşliği bozmak lazım, kardeş kardeş yaşanan yerde bölünme olmaz. Bölünürse kardeşlik bozulur ve istenen budur. Bozulmadı mı, Irak’ta bozulmadı mı? Şimdi Libya’da bozulmayacak mı? Suriye var sırada, orada da kardeşlik istemiyorlar. Yakın zamana kadar, Suriye ile biz de kardeştik, şimdi ne oldu. Neyse siz bunları anlamaya bile çalışmazsınız çünkü anlamaya çalışırsanız varlık sebebiniz ortadan kalkar. Akıl taşıyanlar da zaten anlıyor, öyleyse bu kadar yeter. Kongreniz de sizin olsun, çatılarınız da, özgürlüğünüz de, kaç kilo ise emeğiniz de, eşitliğiniz de hepsi sizin olsun, işçi ve emekçiler bunların hepsini gerçek anlamlarıyla ve bileklerinin gücüyle almasını bilir, bilecek ve çatınız da, kongreniz de sizin komedi dükkânınız olarak tarihe geçecek. Siz de korkuyorsunuz, sosyalizmin ayak sesleri size doğru da geliyor, o nedenle emperyalizmin sopasına sarılıyorsunuz, o nedenle kongrelerden medet umuyorsunuz, hepsinin altında kalacaksınız, çünkü işçiler, emekçiler emeğin kaç kilosu kaç para biliyor, kaçı sermayenin, ne kadar kırıntısı kimlerin cebine gidiyor biliyor, görüyorlar, en azından artık görme hızları arttı. Sizi de görüyorlar ve bakın bakalım kaçı yanınızda?

Fikret Uzun

4 kasım 2011